Utanç çukuru
7 yıldır hapiste asılsız suçlamalarla yatan Selahattin Demirtaş’a karşı yapılan linç söylemine karşı bir tepki gelmediğini öğrendik. Üstelik gazeteci Murat Sabuncu’nun Demirtaş’ın eṣi Başak Demirtaş ile yaptığı röportajdan öğrendiğimiz kadarıyla da hiçbir muhalefet liderinden bir telefon bile gelmediğini okuduğumuzda utancımız daha da katlandı.
Seçimlerden önce, Radargazete’de utanmaya ilişkin bir yazı yazmıştım. O yazıda “utanmazlığımızın” sınırsızlığından yakınırken bile, belki bu devrin biteceğine ve çok uzun zamandır kaybettiğimiz insanlığımızı arama derdine düşeceğimize dair gene içimde ufak bir umut vardı. Ama görünen odur ki, hep birlikte, milletçe utanmayı çoktan bırakmışız.
Artık siyaset sahnesinde utanmazlığının da ötesine geçtiğimizden olacak, acaba başka alanlarda « insanlık-etik değerlerimiz » tamamen kayboldu mu diye sorguladığımızda da durum hiç umut verici görünmüyor.
28 mayıs gecesi, Cumhurbaşkanı adet olduğu üzere, balkon konuşmasını yaparken, kendini alkışlayan güruh içinden “Selo’ya idam!” çığlıklarını tebessümle dinlerken bizler utancımızdan yerin dibine girdik.
Hala o yerin dibinden çıkamadık, çıkacak gibi de görünmüyoruz…
Bu olayın ardından muhalefet erbabından, demokrasi üzerine mangalda kül bırakmayan siyasilerden hiçbirinin 7 yıldır hapiste asılsız suçlamalarla yatan Selahattin Demirtaş’a karşı yapılan linç söylemine karşı bir tepki gelmediğini öğrendik. Üstelik gazeteci Murat Sabuncu’nun Demirtaş’ın eṣi Başak Demirtaş ile yaptığı röportajdan öğrendiğimiz kadarıyla da hiçbir muhalefet liderinden bir telefon bile gelmediğini okuduğumuzda utancımız daha da katlandı.
Zaten, sosyal medyada bu tür linç söylemlerine uzun zamandır alışmıştık ama güruh halinde « idam » sloganlarıyla kendilerinden olmayan herkese karşı giderek utanmazlığın arttığını izlediğimizde sınırların çoktan yıkıldığını gördük, görmeye devam ediyoruz.
Bu olayın üzerinden çok geçmeden, gene haksız suçlamalarla ve AİHM kararlarına rağmen 6 yıldır hapiste tutulan Osman Kavala’ nın güya hayatını anlatan bir TRT dizisinden haberdar olduk. Daha doğrusu, gene Osman Kavala’nın avukatı aracılığı ile gönderdiği bir mektup sayesinde, « Metamorfoz » adlı bir dizinin TRT dijital platformunda başladığını öğrendik.
Artık sadece sahibinin sesine dönüşen ve ecdadımıza nağmeler düzen anlatılarla dolu TRT yi seyretmiyoruz. Ancak seçim öncesi başlayan bu utanç dizisi yeni gündeme düşmüṣ bulunuyor. Hala utanma duygularını kaybetmemiş birçok kişi tepkiyle yazılar yazdılar, yazmaya devam ediyorlar.
Osman’ın mektubunu okuduğumuzda, birçoğumuz gibi, benim de yüreğimi en fazla acıtan, mektubun son paragrafı oldu. Kavala, haklı olarak diziyi bir “itibar suikastı” olarak niteledikten sonra aşağıdaki cümle ile bizi o çıkamadığımız utanç çukurunun biraz daha derinliklerine itti.
“…Kamu kaynaklarının bu amaç için kullanılmış olması beni yadırgatmadı. Beni şaşırtan ve bana üzüntü veren genç sanatçıların bu itibar suikastı projesinde yer almaktan rahatsızlık duymamaları.”
Evet, gerçekten bu dizi de rol alan ve Kavala’ya benzetilmiş baş rol oyuncusu ve tüm ekibin çıktıkları TV programlarında hiçbir rahatsızlık duymadıklarına tanık olduğumuzda, biz giderek o utanç çukurunun bataklığına gömülüyoruz.
Ve son yıllardır beni, bizleri terketmeyen utancımız, Yıldırım Türker’in bir yazısını hatırlatıyor (aşağı yukarı bir yıl önce yanyınlanmıṣ olan). Y. Türker, çok eski arkadaşı Osman’a karşı utancını anlatırken, aslında bizlerin de utancını dile getiriyor bu yazıda :
“…Utanıyorum. Kelimeler beni terk ediyor. Çabaladıkça utancım derinleşiyor. Şimdi onu anlatırken de aynı duyguyla savaşıyorum. Osman’ın biricikliğini anlamak o kadar da zor değil diyor bir yanım, bütün yaptıkları ortada. Diğer yanım onu kurtaramadık diye hayıflanıyor, utancın en derinine gömülüyorum.”
“…Osman’a verilmiş olan müebbet karşısında sessiz kalmak, bu haksızlığı sineye çekmek bu topluma çok pahalıya mal olacaktır. Barış istiyorsak, hak ettiğimiz hayatı zalimlerden koparıp almak istiyorsak Osman’ı bu utanç verici mahkûmiyetten kurtarmak zorundayız. Yoksa topluca müebbet zulme çarptırılacağız.” (Yeniden Birlikte, 06/05/2022)
Bir yıl sonra, “topluca müebbet zulme” çarpıldık. Bundan sonra hepimiz utanç mahkumlarıyız.
Sadece, geçtiğimiz 25 Haziran Pazar günü, her türlü baskı, barikat, polis gücüne karşı, LGBTİ+ Onur yürüyüşünü gerçekleştirmeyi başaranlar sayesinde, o utanç çukurunun dibinden birazcık da olsa, gökyüzünün maviliğini görebildik.
Ve, onlarla birlikte mırıldandık: “Nerdesin aşkım, burdayım aşkım…”