“Avrupa’daki Türkiye kökenli diaspora, Türkiye toplumunun kendisi kadar, hatta ondan daha fazla bölünmüş durumda.”
2022 yılında 58.000 kişi Avrupa Birliği ülkelerinden birinde sığınma talep etti. 2017-2021 arasında tüm AB ülkelerinde 40.000’den fazla Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı siyasi mülteci statüsü talep etmişti. 2008-2016 yılları arasında ise bu sayı toplam 11.000’di.
1970’lerden bu yana Türkiye’den Batı Avrupa’ya doğru birçok sürgün dalgası yaşandı. Son dalga, 2016 yılında olağanüstü hal ilan edilmesi ve ardından otokratik bir rejimin kurulmasıyla başladı ve o zamandan beri devam ediyor. Bu dalga, bileşimi ve bazı sürgünlerin motivasyonları bakımından önceki dalgalardan farklılık gösteriyor. Siyasi sığınma için başvuranların sayısı 2016’dan bu yana artıyor olsa da, hepsi bu talepte bulunmuyor. 2022 yılında 58.000 kişi Avrupa Birliği ülkelerinden birinde sığınma talep etti. 2017-2021 arasında tüm AB ülkelerinde 40.000’den fazla Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı siyasi mülteci statüsü talep etmişti. 2008-2016 yılları arasında ise bu sayı toplam 11.000’di.
1971’deki askeri müdahaleyi izleyen ağır baskı, 1980’deki askeri darbe sonrasındaki ağır devlet şiddeti ve 1990’larda güvenlik güçlerinin Kürt isyanına karşı yürüttüğü “kirli savaş”, çoğunlukla siyasal veya sendikal örgütlerde yer alan kişilerin sürgüne gitmesine neden oldu. Sürgün olan bu kişiler, bulundukları ülkelerde hızla siyasi örgütler, dernekler ve kültür merkezleri kurdular ve Türkçe ya da Kürtçe dergi ve gazeteler yayınladılar. Bazıları, özellikle Almanya’da, göçmen işçilerin entegrasyonuna yardımcı olmayı amaçladı, ancak çoğu, Türkiye’de yasal veya gizli olarak yürütülen siyasi faaliyetlerin bir uzantısı olarak faaliyetlerini sürdürdü. Hepsi yakında Türkiye’ye dönmeyi planlıyordu. Türkiye’de baskı çok ağırdı, ancak öngörülebilir bir gelecekte normale dönüleceğini umuyorlardı. Nitekim birçoğu 1974’teki genel aftan sonra veya 1991’de Türk Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinin kaldırılmasının ardından geri döndü. Buna karşılık, 1990’ların sürgünlerinin büyük çoğunluğu, Kürt aktivistler ve silahlı mücadeleyi savunan radikal solcular bugüne kadar geri dönemediler.
Türk devleti tarafından kontrol girişimleri
1980 darbesinden sonra Avrupa’ya küçük bir aşırı sağcı sürgün akımı da oldu. Bunlar, özellikle göçmen işçiler arasındaki muhafazakar milliyetçi damarı korumak için Türk devleti tarafından kurulan diasporayı denetleme ve yönlendirme ağlarına hızla entegre oldular. Diğer taraftan, 1980 öncesi ve sonrasında, özellikle Anadolu şehirlerinde maruz kaldıkları pogromların ardından kitleler halinde ülkeyi terk eden Aleviler, Avrupa ülkelerinde dernekler kurdu ve Sünni İslam’dan dini farklarının tanınması için bulundukları ülkelerin kamu yetkilileri nezdinde, özellikle Almanya’da lobi faaliyetleri sürdürdüler.
Avrupa’daki Türkiye kökenli diaspora, Türkiye toplumunun kendisi kadar, hatta ondan daha fazla bölünmüş durumdadır. Bir tarafta Recep Tayyip Erdoğan’ın ateşli destekçileri olan milliyetçi muhafazakârlar, diğer tarafta ise temel ortak paydaları şiddetli bir Erdoğan karşıtlığı olan seküler milliyetçi veya liberal modernistler, solcular, Aleviler ve Kürtler yer alıyor. AKP hükümeti Türk diasporasını bulundukları ülkede bir siyasi lobi gücü ve Türkiye’deki seçimlerde destek kaynağı olarak kullanmaya çalışıyor. Mayıs 2023’deki seçimlerinde, Tayyip Erdoğan diaspora oylarının %60’ını aldı, ancak yurtdışı oylarının Türkiye’deki toplam seçime katılımın sadece %3’ünü oluşturduğu unutulmamalıdır.
2010’ların ortalarından bu yana Türkiye toplumunun üzerinde giderek artan İslami-milliyetçi baskı, sürgünlerin profilinin daha da çeşitlenmesine yol açtı: sivil toplum aktivistleri, akademisyenler, sanatçılar, gazeteciler, seçilmiş belediye başkanları ve milletvekilleri, doktorlar, bilgisayarcılar ve mühendisler bugün ülkeyi terk ediyorlar. Sürgündeki kadınların sayısında da önemli bir artış oldu. Temmuz 2016’daki darbe girişimini organize etmekle suçlanan Gülen cemaati ağlarına mensup olduğundan şüphelenilenlerden oluşan bir başka sürgün dalgası da yaşandı ve azalsa da devam ediyor. Bazıları yurtdışındaki Gülenci ağlara katılıyor. Diğer kısmı ise, eğer varsa, cemaatle ilişkisini tamamen kesiyor. Diğer taraftan 2010’ların ortasından itibaren, giderek büyüyen yeni bir sürgün profili de ortaya çıktı. Bunlar sosyo-kültürel nedenlerle Türkiye’yi terk edenlerden oluşuyor. Muhafazakâr Müslüman yaşam tarzının, ahlâk anlayışının artan baskısından kaçmak, çocukları için daha iyi bir gelecek sağlamak ve mesleki becerileri için daha fazla tanınma arayışı, çoğunlukla eğitimli kentli orta sınıflardan gelen bu sürgünlerin öne sürdüğü gerekçeler. Çoğunlukla bir yabancı dil konuşan bu kişilerin önemli bir kısmı, sağlık veya bilgisayar programcılığı gibi yurtdışında talep gören kalifiye mesleklerden geliyorlar. Genellikle öngörülebilir bir gelecekte geri dönme planları olmadan işlerinden ayrılıyorlar. Türkiye’de yüksek öğrenim için vize başvurularında da patlama yaşanıyor.
Entegrasyon için güçlü bir istek
Yeni sürgünler her şeyden önce ev sahibi ülkeye hızlı bir şekilde entegre olma kaygısı taşıyor. Yasalar tarafından tehdit edilmeyenler, akrabalarını görmek ve iş arkadaşlarıyla iletişimde kalmak için tatillerde Türkiye’ye dönüyor. Bazıları oradaki çalışmalarının bir kısmını uzaktan sürdürüyor. Çoğu zaman, memleketlerine kısa bir süre için bile olsa dönebilmek için Erdoğan rejimine alenen karşı çıkmamayı tercih ediyorlar, ancak yurtdışında ya da Türkiye’ye giderek Erdoğan ve partisine karşı oy kullanmak için kitlesel olarak harekete geçiyorlar.
Diğerleri, sosyolog Pınar Selek gibi araştırmacılar, yazarlar, sanatçılar ve avukatlar, siyasi otoriteleri ve Avrupa kurumlarını Erdoğan rejiminin işlediği ağır insan hakkı ihlallerinden haberdar etmek için örgütleniyorlar. Can Dündar, Banu Güven ve Celal Baslangıç gibi sürgündeki birçok gazeteci, haber siteleri ve televizyon programları yürütmeye ve sosyal medyadaki erişim yasaklarını aşmaya alışmış bir kamuoyunu bilgilendirmeye devam ediyor. Yurtdışında sürgünde bulunan araştırmacıların artan varlığıyla birlikte, Türkiye üzerine yapılan bilimsel araştırma ve yayınlarda hem nitel hem nicel kayda değer bir artış gözleniyor.
Sosyo-kültürel nedenlerle yeni sürgün edilenlerin çoğunun Türkiye’ye dönme planı yok, çünkü İslami-milliyetçi hükümetin çeşitli cephelerde yürüttüğü kültürel savaşı büyük ölçüde kazandığını, toplumsal yaşamda ve kültürel alanda geri dönüşü olmayan değişikliklerin hayata geçtiğini düşünüyorlar. On yıl öncesine kadar içinde yaşadıkları günlük hayata ve bildikleri topluma artık geri dönemeyeceklerine inanıyorlar ve ülkelerinin “Ortadoğululaşmasından” üzüntü duyuyorlar. Ama hepsi de ilk fırsatta, Türkiye’de seküler modernistlerin arasında çok uzun zamandır hal hatır sormanın ardından, muhabbetin açılışını yapan o soruyu birbirlerine ısrarla sormaya devam ediyor : “N’olacak bu memleketin hali?”
Fransızcadan çeviren: Ahmet Insel