Fransız medyasında Türkiye konusunun semantik değişimi: “Otoriter sürükleniş”ten “kaçınılmaz ülke”ye
“İnsanlar gerçekleri değiştiremeyince kelimeleri değiştirirler.”
Jean Jaurès.
(“Quand les hommes ne peuvent pas changer les choses ils changent les mots”)
Otoriter sürükleniş! 2009 sonrası Avrupa basınında Türkiye’yle ilgili herhangi bir yazının olmazsa olmazı bu süratle klişeleşen sözcükler oldu. Türkiye konusu açılmaya görsün bu iki kelime hemen telaffuz ediliyor, bu nitelemenin de ötesine geçilmeyeceği haberi veriliyordu. Nereye doğru sürükleniyordu Türkiye? Bu soru sorulmayacaktı.
Fransızca’da sürükleniş anlamına gelen sözcük, “dérive”, su üzerinde, denizde, okyanusta, kontrolsüz kalmış bir tekne için söylenir. Ve sürükleniş sonucunda bir engele çarpılacağı, zarar görüleceği tehdidini de taşır. Oysa “otoriter sürükleniş” formülü yıllarca kullanılmış olmasına rağmen Türkiye’nin ne tür bir rejime doğru sürüklenip tökezleyeceği, ya da tökezlemiş olduğu sorusu telaffuz edilmedi. Yakından ya da uzaktan totalitarizmi çağrıştıran kelimeler grubu neredeyse tabu olmuştu artık. Bu durum sorgulandığında, rasyonel cevap olarak seçim sisteminin muhafaza edildiği hatırlatıldı, ki yanlış da değildi. Ancak bu tabu yüzünden kaynakça ve referans olabilecek bir fikir-alışveriş-haznesinden topyekûn vazgeçilmiş oldu. Türkiye’de 2010’lu yıllarda, özellikle de 2016’dan sonraki rejimin nesi Avrupa’yı İkinci Dünya Savaşına sürüklemiş totaliter rejimleri andırıyordu, nesi farklıydı? Bu karşılaştırmaya, bunu tartışma konusu bile yapmaya yanaşılmadı. İktidarı tekelleştiren, gazetecileri, üniversite üyelerini hapse atan, devlet kurumlarının içini boşaltan yaptırımlar toplumun üzerine karabulut gibi çökerken Fransız basınında mantra gibi tekrarlanan bu “otoriter sürükleniş” formülünün ötesine geçilmedi. Dahası, bu sözcükler Türkiye’de hüküm süren düzeni nitelemekten tasarruf etmeyi mümkün kıldı.
Bu durum Türkiye’de, ama en çok Fransa’da kamuoyu oluşturan ana akım medya için geçerli oldu.
2015’de, 1 Kasım seçimlerine on gün kala İstanbul’a gelen Angela Merkel ile Recep Tayyip Erdoğan arasında kabul edilen mülteciler anlaşmasından sonra, basın ve medyanın Fransız Dışişlerini zor durumda bırakabilecek Türkiye’ye eleştirel bakışı bir derece frenlenmiş oldu. “Otoriter sürükleniş ”le yetinildi. Türkiye’ye biçilen mültecileri frenleme rolünü eleştirip, Avrupa’nın “göçmen istilasına” uğramasında payları olsun istemediler. Otoriter sürüklenişin ötesine geçmek aşırılık olurdu, basının tarafsızlık şiarıyla çelişirdi. Zaten o tarihlerde ABD’nin Trump sayesinde Ankara’ya ne derece müsamahalı davrandığı, AB organlarının ise Amerikan kongresinin kararlarını ölçü bilip Türkiye’ye karşı yaptırımları sürekli erteledikleri herkesin malûmu idi.
Bu durum ta ABD seçimlerinde Biden’in seçileceği belli oluncaya kadar sürdüyse de, esasen Putin’in Ukrayna’ya savaş açmasına kadar devam etti. Bayraktar insansız uçaklarının Rus tanklarına ilk yenilgilerini tattırmasıyla son buldu. Türk savaş sanayinin bu başarısından sonra, Türkiye’nin artık tamamen Batı blokuna ait olduğu teyit edilmiş oldu. Bu algı Ankara’nın boğazları savaş gemilerine kapatmasıyla ve tahıl krizindeki müspet rolüyle perçinlendi. Coğrafî konumunu Batı yönünde değerlendirmesiyle, arabulucu olarak Ukrayna-Rusya arası tartışma masası kurmadaki başarısıyla Türkiye Avrupa nezdindeki konumunda terfi etmiş oldu. Dahası, Recep Tayyip Erdoğan, Putin’le konuşabilen tek Batılı ülke başkanı olarak uluslararası ilişkiler sahnesinde yer aldı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Rusya’ya karşı fazla müsamahalı davrandığı için iç politikada eleştirildiğinde “Putin’le konuşmayı yalnız Erdoğan’a mı teslim edelim” diye cevap verdi. Ankara’nın bu jeopolitik başarısı beraberinde semantik bir değişim getirmekte gecikmedi. Artık Türkiye konulu retoriklerin olmazsa olmazı “otoriter sürükleniş” değildi, olamazdı. Avrupa kamuoyunun bu ülkenin iç siyasetiyle ilgilenecek durumu yoktu artık.
Türkiye “kaçınılmaz, vazgeçilmez ülke” (incontournable)* olmuştu.
Nora Şeni
* Incontournable’in Türkçe’de tam karşılığı bulunmuyor. Bu kelimenin literal anlamı “etrafından dönmekle kaçınılamayacak olan şey” dir.