Seçim Konuşmaları ve Utanmazlık
Asıl sorulması gereken böylesi utanmazlığın toplumun önemli bir kesiminde nasıl bu kadar kolaylıkla kabul edilip yankı uyandırabildiği? Kendini muhafazakar, dindar, milliyetçi olarak tanımlayanlar için utanç ve bir çok etik kriter anlaşılan artık yok hükmünde.
2016 yılında HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, TCMM bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı bir konuşmada, AKP’li, hükümet üyeleri, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın konuşmalarında “Allah bizi utandırmasın” dediklerine dikkat çekerek:
“….Her konuşmanızın sonunu ‘Allah bizi utandırmasın’ diye bitiriyorsunuz. Allah bu duanızı kabul etti, utanma duygunuzu elinizden aldı. Keşke başka bir şey dileseymişsiniz….” demişti.
Aradan geçen 7 yılda bu utanma duygusu hiç geri gelmediği gibi, tam tersi giderek utanmazlık tüm devlet yönetim ve iktidar kadrolarında yaygın ve meşru bir tavıra dönüştü. Özellikle, bu -çok yaklaştığımız- seçim konuşmalarında bir kesim siyasetçiler arasında hepten kaybolmuşa benziyor.
Oysa, utanç en küçük yaşlarda tanıştığımız en temel duygulardan birisi; aklımızın erdiği yaşlardan itibaren, bize öğretilmiş doğruların dışında bir tavır sergilediğimizde utanırız, yasakları deldiğimizde ve bu ortaya çıktığında utanç duyarız. Büyüdükçe bu duygu kendi etik değerlerimiz ile çelişen durumlarda daha belirgin bir biçimde kendini gösterir.
Felsefeci Jean-Paul Sartre’ın tanımıyla: “Utanç, utanç olarak kendi(nin) konumsal olmayan bilincidir…., utanç benim benle mahrem bir ilişkisini gerçekleştirir : utanç aracılığıyla kendi varlığımın bir veçhesini keşfederim” (2009:307) “…..utanç doğası gereği tanımaktır (reconnaissance) kabul etmedir. Başkasının gördüğü gibi olduğumu tanırım, kabul ederim” (2009; 308).
Başka bir deyişle, utanç doğrudan varlığımızla ilgili olduğu gibi, başkalarının gözünde nasıl göründüğümüzün de bilincinde olmaktır. Özellikle, suçluluk-sorumluluk duygularının daha yerleşik olduğu kültürlerde, utanç verici olarak kabul edilen bir eylemin sosyal sonuçlarından utanmak, önemli ve belirleyicidir. Suçluluk, sorumluluk içselleştirilmiş normlar gerektirir ve bu normaları ihlal ettiğimiz durumlarda utanç duyarız.
Ancak, bizim toplumumuzda,
*“utanç” kavramı sadece kadınların bedenine yapışmış bir kavram olarak karşımıza çıkar. Şimdilerde çok yaygın olan egemen, dindar erkek kültürü, kadınların “açık saçık gezmelerini utanç verici olarak” değerlendirir ama “namusunu temizlemek için” erkeklerin kadınları öldürmesinden utanmaz.
*TC’nin Adalet Bakanı hiç utanmadan, küçük yaşta aileleri tarafından evlendirilen küçük kızları kast ederek, bunların tecavüzcülerle aynı kefeye konulamayacağını işaret eder ve “….bunlar cinsel istismar suçunu zorla işlemiş olan kişiler değil. Bunlar tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” (2016) diyebilir.
*Ya da, kendileri gibi olmayan herkesi « sürtük, şerefsiz, terörist, adi, vs » gibi kibar ! sıfatlarla tanımlamaktan utanmazlar.
Özellikle, iktidar kesimi bu seçim zamanlarında, utanma duygularını tamamen terketmiş bir biçimde, şiddet ve yalan söylemlerinin dozunu giderek arttırmışa benziyor :
Seçime bir hafta kala MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “CHP ve ittifak ortaklarını 14 Mayıs’ta acıklı bir son beklemektedir. Bu hainler alsalar alsalar ağırlaştırılmış müebbet ceza alırlar ya da vücutlarına mermi alırlar“ dedi.
Biz de böylece Bahçeli’nin dilinden öldürmeninin yeni bir eşanlamlı deyimini öğrendik ; “vücuduna mermi almak”!
Erzurum mitinginde, Millet ittifakının Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı İmamoğlu ve miting alanındaki vatandaşlar, -polislerin sessiz bakışları altında- taşlandı. Yaralılara (çocuk, yaşlı) rağmen, bu ülkenin İçişleri Bakanı Soylu, bunun Millet ittifakının bir provakasyonu, münakaşa düzeyinde bir olay olduğunu söyleyerek önemsizliğini vurguladı !
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, birkaç gün önce, 3 kişiyi işkence ederek öldürmek suçundan müebbet hapse mahkûm Hizbullah’ın “askeri kanat sorumlusu” Mehmet Emin Alpsoy’u “yaşlandı” (69 yaşında) diye affetti.
Gene bir Cumhur ittifakı mitinginde, Cumhurbaşkanı, “burası önemli diyerek”, Kılıçdaroğlu’nun seçim videosuna montajlanmış PKK’nın Suriye sorumlusu M. Karayılan’ın videosuyla birlikte göstermekte bir sakınca görmedi!
Ancak, burada asıl sorulması gereken böylesi utanmazlığın toplumun önemli bir kesiminde nasıl bu kadar kolaylıkla kabul edilip yankı uyandırabildiği? Kendini muhafazakar, dindar, milliyetçi olarak tanımlayanlar için, utanç ve birçok etik kriter anlaşılan artık yok hükmünde. Öylesine ki, her minik iktidar biriminde, “Erdoğanizmi” görmek şaşırtıcı değil. Örneğin, bu dönemde çok yaygın olan seçimlerle ilgili bir sokak röpartajında, AKP’nin başarılarını öven bir kadın, AKP öncesi hastane kuyruklarında perişan olduklarından yakınarak, AKP sayesinde “artık bugün hastanelerde doktorları dövebildiklerini” lafını sakınmadan, üstüne basarak söyleyebiliyor!
Kuşkusuz, benzer örnekleri daha çoğaltabiliriz. Yandaş televizyon kanallarını izlediğiniz zaman, öylesine çok örnek var ki, hepsini tekrarlamak bizleri utandırır.
Yıllardır devam eden bu etik-ahlakî çöküşün ve bu enkazın altından nasıl kalkabileceğiz? İktidar değişse de, bu arka bahçelerin yıkıntıları nasıl temizlenecek? Yolsuzluk, yalancılık, iftirayı meşrulaştıran bu iktidar gitse bile, içleri boşaltılmış adalet, hukuk, hak gibi değerler asıl ifade ettikleri anlama nasıl kavuşacaklar?
Kısacası insanlığımızı nasıl geri alacağız?…
- Ref : Jean Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik, İtihak yay., 2009