Kadınların 2023 seçimi
Ataerkil kültürün egemen olduğu bu topraklarda, kadın ve özellikle kadın bedeni her zaman eril iktidarların nesnesi olarak kullanıldı. Kadını gözetleyen ve tahakküm edenler erkekler olduğundan, kadın bedeni de izleyen-gözetleyen erkeklerin yasakları ve kuralları çerçevesinde kurgulandı.
Artık TBMM de AKP’nin 267 milletvekili arasında 4 Hüda Par’lı, kendi adina seçime giren Yeniden Refah Parti’li 5 milletvekilimiz var… Bu yeni düzen kadınlar açısından ise, AKP’nin zaten yılllardır tırmıklayarak yok etmeye çalıştığı kadın haklarının da sonunun gelmekte olduğunu haber veren tehlike çanlarının sesi…
Hüda-Par’ın 1980’lerden sonra, PKK’ya karşı derin devletin de desteklediği Güney Doğu bölgesinde ortaya çıkan, kadınları “yeterince müslüman olmadıkları” için öldüren (Konca Kuriş adlı muhalif tesettürlü kadının diri diri gömülmesi gibi), binlerce kişiyi işkence ile katleden, Hizbullah terör örgütünün ön bahçesi olduğunu hepimiz biliyoruz.
(Sünni Müslüman köktendinci bu örgütün, Lübnan’daki Şii Hizbullah partisi ile hiçbir ilişkisi olmadığını da belirtmek gerekir.)
RTE’nin “milli ve yerli” tanımıyla meşrulaştırdığı bu parti Hizbullah geçmişinin üstünü kapatma gereği bile duymadan varlığını Meclis’e sokmayı başardı.
Kadın milletvekili adayının seçim otobüsleri afişlerinde sadece gölgesinin yer aldığı, diğer köktendinci İslami parti, Yeniden Refah Partisi de 5 milletvekili ile Mecliste şeriatın eline su dökmeye hazır beklemekte…..
Bu iki partinin ne olduklarını çok uzun anlatmaya gerek yok. Zaten yıllardır, yok aileydi, yok manevi değerlerimizdi, yok “kadınlar namusumuzdur” gibi söylemleriyle Türkiye’li kadınların getirilmek istendiği noktada bekleyen köktendinci bekçiler vardı. Şimdi temsilcileri AKP sayesinde Meclis’teki koltuklarına da yerleştiler.
Bir yandan “yalnız yaşayan kadınların sahiplendirilmesi” maddesinin parti programında yer aldığı Hüda Par, diğer yandan Milli Eğitim müfredatının değişmesi gerektiğini, eğitim sisteminin “ahiret öncelikli nesiller yetiştirmesi” gerektiğinin altını çizen Yeniden Refah, daha Meclis açılmadan kamusal alanı işgal etmeye başladılar.
Doğal olarak, her iki parti de, 6284 sayılı kadına yönelik şiddetin önlenmesini amaçlayan kanuna karşı. Bu kanunun aile değerlerini yeterince korumadığından, erkekleri mağdur (!) ettiğinden şikayetçiler.
Kadınların evcil hayvanlar gibi “sahiplenilmesi” gerektiğine savunanlar ile kadın-erkeğin yan yana oturamayacağını tartışanların arasında “nasıl buralara geldik?” sorusunun korkunçluğu ile karşı karşıyayız bugün.
Nereden nereye…
Türkiye, yıllarca kadınların milletvekili seçme ve seçilme haklarına sahip ilk Avrupa ülkesi olmakla övünmüştü (1934). Türkiye’de kadınların katıldığı ilk 1935 genel seçimlerinde 17 kadın milletvekili TBMM’ye girmişti. Kadınların mücadelesi sayesinde, kız çocuklarının okula gitme oranlarında önemli artış olmuş, karma eğitim yaygınlaşmış, medeni yasada değişiklikler ile, en azından yasal düzeyde kadın-erkek eşitliği kabul edilmişti.
Çok uzak olmayan bir tarihte, 2011 yılında, Türkiye’nin de içinde olduğu 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ile devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası İstanbul Sözleşmesi İstanbul’da imzalanmıştı. Bu sözleşme de Cumhurbaşkanı tarafından 2021 yılında bir imza ile iptal edildi.
Kuşkusuz katılacak daha çok yol vardı önümüzde ama bugün tartıştığımız konuları gördüğümüzde, “yanı başımızdaki müslüman ülke kadınlarının durumuna gelir miyiz” sorusu artık o kadar da uzak görünmüyor maalesef.
Ataerkil kültürün egemen olduğu bu topraklarda, kadın ve özellikle kadın bedeni her zaman eril iktidarların nesnesi olarak kullanıldı. Kadını gözetleyen ve tahakküm edenler erkekler olduğundan, kadın bedeni de izleyen-gözetleyen erkeklerin yasakları ve kuralları çerçevesinde kurgulandı. (Örneğin, felsefeci yazar Nadia Tazi’ye göre İslami kültür içinde, cezalandırılan, yaygın biçimde düşünüldüğü gibi, kadının koşulları değil, kadının bedenidir ve kontrol altında tutulması gereken bir alandır. Beden ve kadın, iki yasak uygulama olarak birleşir. (2018, 220) )
Kadınları hukuksal-yasal çerçevenin içine ayrı bir kategori olarak sokmaya çalışmak, kadınlar üzerinde odaklanan bu iktidar mücadelesinde “yasaklar” alanını genişletme yolu olarak karşımıza çıkıyor.
Doğru ki, Samim Akgönül’ün Radar’daki 14 Mayis seçimleri ve köktendincilik üzerindeki yazısında da belirttiği gibi, Cumhur ittifakı tekrar iktidara geldiğinde medeni yasada belki doğrudan şeriata dönülmeyecek ama gündelik hayatta kadınların etrafındaki erkek gözetim cenderesi giderek artacak.
13 Mayıs seçim öncesi gecesinde Ayasofya’da namaza giden ama sonrasında yasakları delerek seçim konuşması da yapan Cumhurbaşkan’ına tezahürat eden erkek topluluğu “Kılıç hakkımız, işte ordu! işte komutan!” diyerek, kamusal alanda cihata hazır olduklarını haykırdılar. Bu köktendinci cihatın ise ilk kurbanları kadınlar olacaktır.
Biz kadınları zor günler bekliyor… Çok zor.
Referans: Tazi Nadia (2018), Le genre intraitable. Politiques de la virilité dans le monde musulman. Actes sud, Paris