Siyasî davranış olarak abartı ve hakaret
Arsız, yüzsüz ve şirret bir yönetici zümresinin yönetimden uzaklaşmasını başarmak, toplumsal sağalmanın da ön şartıdır çünkü bu medenilik kaybının bariz emareleri olan davranış özellikleri, önce toplumsal tabandan yukarıya doğru yayılsa da, yukardan aşağıya doğru katlanarak ve meşruiyet kazanarak geri döner ve esas o zaman etkili olurlar.
Siyasal ve toplumsal kriz ortamında otoriter/otokratik yönetimlerin diline ve davranışına daha fazla hâkim olan nitelikler arasında bazı ülkelerde arsızlık, yüzsüzlük ve şirretlik ön plana çıkıyor. Önce bu üç davranış biçimini tanımlayan sıfatları ele alalım.
Türkçede arsız sözcüğü, utanması, sıkılması olmayan kimselerin davranışlarını ifade eder. Yılışık anlamına da gelir. Üçüncü anlamı ise, ki ele aldığımız vakada en çok bu anlam öne çıkıyor, hep açgözlü olma halidir. “Bu ne arsızlık!” dendiğinde akla ilk gelen, bu açgözlülüktür. Doymak bilmeyen bir sahip olma, edinme arzusudur. El koyarak, yasaları çiğneyerek, kendine geçici olarak verilen güç ve yetkiyi kötüye kullanarak sahip olunandan utanması, sıkılması olmaz arsız kişiliğin. Hep daha fazlasını ister.
Yüzsüz de utanması, sıkılması olmayan kişiliği niteler. Ama burada sadece açgözlülükle sınırlı olmayan, örneğin beceriksizliği, tembelliği, cehaleti nedeniyle başkalarına zarar veren kişinin bunun sorumluluğunu üstüne almaması, yüzünün bile kızarmaması halini ifade eder. Bariz biçimde kötü niyetle, kasıtlı yapılmış bir kötülük olmasa da, yüzsüzlük yaptığı işin olumsuz sonuçlarını üzerine hiç almadan, bunu başkasının sırtına atarak veya yokmuş gibi davranarak, yoluna –çoğu zaman sırıtarak- devam eden kişiliği tanımlar. Yüzsüzlük sorumsuzluktur. Yüzsüzlük her durumda zeytinyağı gibi üste çıkma davranışıdır. Yüzsüz yöneticiler açık biçimde kendi ihmal ve hatalarından kaynaklı ağır sonuçları olan bir durum ortaya çıktığında istifa etmeyi akıllarından geçirmedikleri gibi, bunu başarı öyküsüne dönüştürecek hikâyeleri öne sürmekten, hatta yalanları ortaya atmaktan geri kalmazlar.
Açgözlü, doymak bilmeyen bir sahip olma, güç olma, iktidar olma sapkınlığına kapılmış, bunu yüzsüz biçimde sergileyen kişilikler, çoğu zaman şirret de olurlar. Arapça “şer” yani kötü kelimesinden türeyen şirret edepsiz, ahlâksız, nobran, kaba gibi davranışları tanımlamak için kullanılan bir sıfattır. Şirretlik, insanları sürekli tersleyen, asabi, dengesiz ve kaba bir kişiliğin dışa vurumudur. Sürekli yüksek perdeden konuşup, başkalarını susturmaya çalışan daha sıradan şirretliğin yanında, kendisine yönelik bir eleştiriyi, olumsuz bir değerlendirmeyi bir küfür ve hakaret sağanağı ile yanıtlayan, sahip olduğu veya arkasına aldığı kaba güce dayanarak bunu yapan kişilerin şerir davranışlarıdır akut şirretlik. Genel olarak şirret kişiliğin kötücülüğü yüz mimiklerine de yansır. Hoyrat, nobran tavrı vücut diline egemen olur.
Sahip olduğu güç, imkân ve servetin kaynağının ahlâki ve meşru olmadığı, hatta bazı açılardan yasal olmadığının bilincinde olan arsız ve yüzsüz güç sahipleri, bu imkân ve gücü kaybetme endişesine kapıldıklarında şirretliklerinin dozu bir o kadar artar. Kaba, nobran davranışlar giderek edepsizliğe dönüşür. Kendi sorumluluğu altında yapılan bir işin eksiğini, yanlışını göstererek, kendisini eleştirenlere örneğin hain, şerefsiz, ahlâksız, adi, namussuz vb… sözcükleriyle yanıt vermek bu halin tezahürüdür. Hemen hemen bütün ülkelerde bu sözcüklerle bir kişiyi veya bir grubu aşağılamak, bunu yapan kim olursa olsun, ceza kanunlarında suç olarak tanımlanmıştır. Örneğin Türk Ceza Kanununda hakaret suçu ve cezası açık biçimde tarif edilmiştir: (Md 125) “(…) sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezasına çarptırılır. (…) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda bir oranında arttırılır.” Hakaretin suç olarak tanımlanmasında yegane istisna bunun algılama veya irade yeteneklerine sahip olmadığı tespit edildiği için cezai ehliyeti olmayan bir kişi tarafından işlenmesidir.
Sorun sadece hakaret değildir. Freud, “taş atmak yerine hakaret eden ilk insan medeniyetin kurucusudur” der ama hem küfür eden hem taş atan insan değildir kast ettiği. Şirret kişilik, eğer elinde imkân varsa uyguladığı simgesel şiddeti fiziki şiddete dönüştürmeye yatkındır. Örneğin kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle binlerce kişiye dava açan, bir kısmını tutuklatan bir kamu yöneticisinin, bir siyasal sorumlunun kimsenin ona karşı ağza almadığı hakaretleri başkalarına alenen yapması şirretlikle şiddetseverlik arasındaki bağın somut bir göstergesidir. Freud’ün ima ettiği medeniyetin öncesinde kalmış bir siyasal-toplumsal davranışı ifade eder.
Geçen yüzyılın faşizmlerinde olduğu gibi, günümüzde de otoriter/otokratik rejimlerde yöneticilerin şirretliği özellikle büyük bir kriz ortamında artar. Deprem, sel, salgın vb. öngörülebilir büyük bir afetin hemen ertesinde hazırlıksızlığı, beceriksizliği, kayırmacılığı, yolsuzluğu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilen otokratik iktidar örgütlenmeleri, kendi yapamadıklarını başkasına da yaptırtmamak veya başka girişimlerin yaptıklarına el koymak, kendi imzalarını atmak için gösterdikleri çaba ile yüzsüzlükle şirretliği harmanlarlar.
Popülist otoriter yöneticiler iktidarı kaybetme endişesini somut olarak hissetmeye başladıklarında hemen her yerde şirretleşirler. Şirretleştikleri oranda saldırganlaşır ve elinde tuttukları yasal şiddet imkânlarını, bunlar yetmediği zaman yasadışı şiddet araçlarını devreye sokmakta tereddüt etmezler. İktidarda kalmayı varlık-yokluk meselesi haline dönüştürerek siyasal-toplumsal alanı şiddetin dili ve araçlarıyla bastırmayı, susturmayı son çare olarak görürler.
Arsız, yüzsüz ve şirret bir yönetici zümresinin yönetimden uzaklaşmasını başarmak, toplumsal sağalmanın da ön şartıdır çünkü bu medenilik kaybının bariz emareleri olan davranış özellikleri, önce toplumsal tabandan yukarıya doğru yayılsa da, yukardan aşağıya doğru katlanarak ve meşruiyet kazanarak geri döner ve esas o zaman etkili olurlar. Şirrete şirretlikle karşılık vererek şirret kişiliklerle baş etmek mümkün değildir. Hatta tersine böyle bir yol seçip, şirretlik yarışına girmek, sonuçta şirret kişi kaybetse de, şirretliğin kazanmasına ve iyice yerleşmesine yol açar. Şirretle başa çıkmak sükûnet, soğukkanlılık ama bir o kadar da toplumsal kararlılık gerektirir. Örneğin artık işi açıkça hakarete dökmüş bir yöneticinin işlediği ceza kanununda açıkça öngörülen suçu teşhir etmek, savcıları ısrarla göreve çağırmak, yapılanın adını her fırsatta belirtmek kararlılığından geri adım atmamak otokratik rejimde nafile bir çaba gibi gözükebilir ama değildir. Yönetimin şirretleşmesi telaşlanmasının bir dışa vurumudur ve telaşlandığı için daha fazla hata yapması ihtimalini arttırır. Arsız, yüzsüz ve şirret bir siyasal güçle baş etmek elbette kolay değildir ama zor da olsa bunu demokratik yöntemlerle başaran toplumların var olduğunu bilmek önemlidir.