Türkiye’nin sınırlarında sonu gelmeyen olağanüstü haller – Gabriel Davis | Carnegie

Depremler tartışmasız büyük bir kriz ve ağır bir trajedi; Türkiye’nin son dönemde yaşadığı sosyo-politik alanı dramatik bir şekilde yeniden yapılandıran benzer kriz durumlarının da yeni bir halkası.

Gabriel Davis tarafında 4 Nisan 2023 tarihinde Carnegie Uluslararası Barış Vakfı için kaleme alınan makaleye buradan erişilebilir.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Şubat depremlerinin ertesi günü Türkiye’nin güneyinde üç aylık olağanüstü hal (OHAL) ilan etti. Kısa bir süre sonra da 141 bin kişilik bir sivil yardım birliğini görevlendirerek Bab Es-Selam ve El-Rai sınır kapılarından kuzey Suriye’ye yardım geçişine onay verdi.

Depremler tartışmasız büyük bir kriz ve ağır bir trajediydi. Ancak Erdoğan’ın açıklamalarında Türkiye’nin sınırdaki kriz durumunun, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2000’li yılların başında iktidara gelmesinden bu yana Türkiye’nin sosyopolitik alanını dramatik bir şekilde yeniden yapılandıran benzer kriz durumlarının sadece son halkasını oluşturduğu söylenmedi.

Aslında, “[Erdoğan’ın] stratejik derinliğinin ilk halkası” olan Suriye sınırını güvence altına alma dürtüsü, tam 43 yılı OHAL’lerde olmak üzere Türkiye siyasetinin onlarca yılı boyunca yankılandı. 1980’lerde Türkiye’nin Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile ilk büyük çatışmaları sırasında ortaya çıktı. Bu durum 1987’den 2002’ye kadar süren bir OHAL’e yol açmış, bu süre zarfında hükümet “derin devlet” siyasi ideolojisini geliştirerek iç düşmanlardan oluşan bir beşinci kolun varlığını öne sürmeye başlamıştı. Bunların kökünü kazımak devletin bekası için zorunlu hale geldi.

Bu güçler, 2016 darbe girişiminden sonra Erdoğan’ın kamu görevlilerine ve özellikle de Kürt yetkililere yönelik baskısını artırdı. Bunun ardından gelen her OHAL, güney sınırı boyunca askeri varlığı genişletti. Erdoğan’ın Temmuz 2016’da ilan ettiği üç aylık OHAL, Türkiye’nin Suriye’ye ilk askeri müdahalesi olan Fırat Kalkanı Harekatı’na dönüştü. Erdoğan’ın harekat gerekçesi PKK ve İslam Devleti’ni ortadan kaldırmak olsa da, Fırat Kalkanı aynı zamanda darbe sonrası üst düzey rütbelilerin yüzde 45’inin tasfiye edilmesinin ardından Türk ordusunu yeniden yapılandırmayı da başardı.

Erdoğan bu OHAL’i iki yıl uzattı. Bu süre zarfında yüzlerce kanun maddesinde kalıcı değişiklikler yaptı. Ardından, Ankara’nın ikinci Suriye işgali olan Zeytin Dalı Harekatı’ndan üç gün önce, “terör tehdidi” nedeniyle altıncı kez uzatıldı. Son olarak Erdoğan, Türkiye’nin 2019’da Suriye’de başlattığı Barış Pınarı Harekâtı’nı “güney sınırımız boyunca bir terör koridoru oluşturulmasını engellemek” olarak faturalandırdı. Her ne kadar OHAL ilan edilmemiş olsa da Erdoğan’ın PKK militanı olarak damgaladığı Kürtlerin öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) yönelik tutumu bir başka sınır fiyaskosu ihtimalini gündeme getiriyor.

Türkiye’nin anayasası OHAL’lere iki koşulda izin veriyor. Bunlar ya salgın hastalıklar ve depremler gibi olağanüstü haller ya da “yaygın şiddet eylemlerine ilişkin belirtiler” olup, yönetici elite bu belirtileri tanımlama konusunda geniş yetki vermektedir.

Sonuç olarak, OHAL’ler, Erdoğan’ın sürekli olarak kararnamelerle -ve ordunun desteğiyle, yürütme eliyle- yönetmesi için bir açık kapı yaratarak Türk sivil toplumunu giderek kutuplaştırmaya devam ediyor. Dahası, OHAL’ler devletin muhaliflerini hükümet karşıtı ve dolayısıyla terörist oldukları bahanesiyle ortadan kaldırmasına izin vermektedir. Bu tür bir suçlama, Ankara’yı eleştirmenin teröristleri barındırmakla eşdeğer olduğu sapkın, sıfır toplamlı bir iç politika paradigmasına işaret ediyor.

Ancak bu Erdoğan için bir fark yaratmıyor. Aslında bu, Suriyeli ve Türkiyeli Kürtleri eski Kürt teröristlerle bir tutan ve SDG’yi doğrudan PKK liderliğindeki saldırılarla ilişkilendiren devlet mesajının kilit noktası. Bu nedenle OHAL’ler retorik alanı güvenlik alanının bir uzantısı olarak yeniden şekillendirdi; eleştirileri bastırmak sadece siyasi bir artı değil, aynı zamanda bir vatandaşlık görevi haline geldi.

Depremler bu görevi teste tabi tutuyor. SDG Türkiye’nin dördüncü operasyonu konusunda uyarıda bulunurken ve Türk güçleri kuzeyi yeniden bombalarken, sınırdaki son acil durum yerel, bölgesel ve küresel önemi olan bir parlama noktasına dönüşebilir. Erdoğan şimdiden bu durumu Türkiye’nin güneyinde büyük bir insan sermayesi ve devlet otoritesini yoğunlaştırmak için kullanıyor.

OHAL 7 Mayıs’ta sona erecek. Kendisini iktidara taşıyan depreme hazırlık meselesi nedeniyle 14 Mayıs’taki seçim beklentileri tehlikeye giren Erdoğan, oylamayı askıya almak, Suriye’ye girmek ya da seçeneklerini yeniden ayarlamak için bu krizden faydalanabilir. Ancak geçmiş emsaller ışığında şunu sormakta fayda var: Acil durum gerçekten ortadan kalktı mı?

Gabriel Davis, Ürdün’de Fulbright bursiyeri ve New Lines Enstitüsü’nde Misafir Araştırmacı.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler