Türkiye’nin Batılı müttefikleri Erdoğan 3.0’a yaklaşımlarını nasıl ayarlamalı? – Alper Coşkun, Marc Pierini & Francesco Siccardi

Geçtiğimiz ay Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üçüncü dönem için yeniden seçildi ve Batı’da pek çok kişinin ilişkileri onarma umutlarını kırdı. Carnegie Endowment for International Peace uzmanları Alper Coşkun, Marc Pierini ve Francesco Siccardi Erdoğan’ın yeni döneminin ilk günlerindeki önceliklerini ve atacağı adımları değerlendiriyor. Buradan erişilebilir.

Erdoğan yemin töreninde sert ama aynı zamanda birleştirici mesajlar verdi. Bu konuşmasından yola çıkarsak, yeni döneminin ayırt edici özellikleri neler olacak?

Marc Pierini: Dış politika alanı büyük olasılıkla mevcut süper başkanlık mimarisi içinde yönetilecek ve cumhurbaşkanının iki uzun süreli yardımcısı – yeni dışişleri bakanı ve yeni istihbarat direktörü – artık Erdoğan ile yakın koordinasyon içinde en hassas konuları ele alacak. İç politikada ise Türk toplumu genelinde birleştirici bir tutuma işaret eden mesajlar, farklı ve hatta muhalif görüşlerin kabul görmesi yönünde bir beklenti yarattı. Burada pratik uygulamanın nereye varacağını zaman gösterecek.

Alper Coşkun: Erdoğan’ın şu anda üç temel önceliği var. Birincisi ekonomiyi istikrara kavuşturmak. Saygın bir maliye bakanı atayarak, Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerden önce kitlelerin ekonomik sıkıntılarının en aza indirilmesi gibi zor ama imkansız olmayan bir hedef doğrultusunda önceki felaket politikalarını geri alma yetkisi verdi.

Buna bağlı olarak ikinci önceliği de bu seçimleri kazanmak ve başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin kontrolünü yeniden ele geçirmek. Stratejisi, muhalefet içindeki muhafazakâr unsurları kendi tarafına çekme umuduyla iç politikada uzlaşmacı bir tavır takınarak muhalefeti bölmek olacaktır.

Suriyelilerin vatanlarına dönmelerini sağlamak için Şam rejimiyle normalleşme (Türkiye’nin Suriye topraklarından algıladığı güvenlik tehditlerini ele alırken) ise üçüncü önceliği olacaktır. Erdoğan muhtemelen Suriyelilerin geri dönüşü için uluslararası destek ve fon arayışına girişecek ki bu da Batı ile arasını bozmak istememesinin nedenlerinden biri. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde, Ankara’nın Ukrayna’daki savaş bağlamı da dahil olmak üzere jeopolitik ağırlığını kullanırken yıkıcı ve tırmandırıcı eylemlerden kaçınacağı dinamik bir dönem bekleyebiliriz.

Yeni Türk parlamentosunun yapısı ezici bir çoğunlukla muhafazakar ve milliyetçi. Bu durum ülkenin gidişatını nasıl etkileyecek?

Alper Coşkun: Erdoğan yeni dönemine bir miras devri olarak bakacak ve görevdeki son beş yılını (mevcut anayasa altında) Türkiye’ye damgasını vurmak için kullanmaya çalışacak. Bunu yapmaya çalışmasının bir yolu, daha önce de dile getirdiği ve güçlü bir yasama desteğine ihtiyaç duyduğu yeni bir anayasa hazırlamak olacaktır. Mevcut durumda, muhafazakar ve sağcı partilerden oluşan ittifakı 600 milletvekili koltuğunun 323’üne sahip.

Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), olası bir anayasa değişikliği de dahil olmak üzere yasama çalışmaları sırasında muhalefet milletvekilleri arasındaki muhafazakar ve milliyetçi eğilimli isimlere -ki bunların sayısı oldukça fazla- yaklaşacak. Yürütmeye dayalı başkanlık sistemi Erdoğan’a geniş yetkiler veriyor ve parlamentonun rolü ikinci planda kalıyor. Ancak her halükarda, Türkiye’nin yasama süreçleri ve dış politika yörüngesi, parlamentodaki milliyetçi ve muhafazakar karışım ve bu duyguların halka hitap etmesi ile şekillenecektir.

Marc Pierini: Parlamentodaki daha muhafazakar ve milliyetçi karışım, bir yandan Türkiye’nin özellikle siyasi açıdan Batılı müttefiklerinden uzaklaşmasına yol açabilir. Diğer yandan ise Türkiye, ilan ettiği stratejik özerklik hedefi doğrultusunda çalışması ve Türkiye’nin refahı için kilit öneme sahip Batılı ekonomik ve finansal ortaklarıyla güven tazelemesi gereken icracı bir cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyor.

Bu yeni dönemde Türk ekonomisinden ne beklenebilir?

Marc Pierini: Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanması uluslararası finans piyasalarına güven verici bir sinyal gönderdi. Şimşek’e yakın yeni bir merkez bankası başkanının atanması da bir başka olumlu sinyal teşkil etmiştir. Görev süreleri ve öngörülebilir ekonomik ve parasal politikalara dönme konusunda sahip olacakları özgürlük, Türkiye’nin Batılı ekonomik ortaklarının kararını belirleyecektir. Ancak, Merkez Bankası eski başkanının bankacılık denetleme kurumuna atanması ters yönde bir sinyal gönderdi.

Francesco Siccardi: Türkiye’nin önümüzdeki aylar ve yıllardaki ekonomik gidişatı, ülkenin uluslararası ittifaklar sistemiyle yakından bağlantılı olacak. Ortodoks mali doktrinlere geri dönüş, Türkiye’nin zayıf ekonomik performansından kaybedecek çok şeyi olan Batı başkentlerinde memnuniyetle karşılanacaktır. Ancak faiz oranlarında bir U dönüşü yeterli olmayacaktır: yeni Türk hükümetinin Batılı yatırımcılara güven vermek ve AB ile ticari diyaloğu kolaylaştırmak için ülkenin genel hukuk devleti sicilinde de ilerleme kaydetmesi beklenmektedir. Buna karşılık, reformların sekteye uğraması ya da etkisiz kalması, Ankara’nın başta Rusya olmak üzere Batılı olmayan destekçilerinden daha fazla mali destek istemesine yol açabilir. Bu da Türkiye ile Batı arasındaki uçurumu derinleştirecektir.

Türkiye’nin Batılı müttefikleri Erdoğan 3.0’a yaklaşımlarını nasıl ayarlamalı?

Marc Pierini: Türkiye’nin Batılı ortakları, savaşın Avrupa kıtasına geri döndüğü ve hem NATO’nun hem de AB’nin doğrudan ya da dolaylı olarak saldırı altında olduğu bir dönemde, NATO içinde güçlü ve stratejik bir müttefikin lideri olarak Erdoğan ile yakın çalışma isteklerini zaten belirtmişlerdi. Burada da Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasının yönünü zaman gösterecek.

Alper Coşkun: Reelpolitiğin en iyi halini yaşıyoruz. Türkiye çok önemli bir devlet ve seçimlerdeki bazı usulsüzlüklere ve oyun alanındaki dengesizliğe rağmen Erdoğan galip geldi. Türkiye’nin başka tercihleri olabilecek bazı müttefik ve ortakları da dahil olmak üzere herkes gerçekliğe uyum sağlıyor ve yapılması gereken de bu.

Türkiye’nin NATO üyeliği ve ekonomik alan da dahil olmak üzere Batı’daki yeri Erdoğan için önemli olmaya devam edecek. Rusya ve Çin ile rekabetçi de olsa çatışmasız bir ilişki sürdürme fikri de öyle. Bu durum, Türkiye’nin Batılı müttefikleriyle ilişkilerinin büyük ölçüde işlemsel olacağı ve rövanşist bir Rusya ve yükselen bir Çin ile başa çıkma konusunda bazı uyum unsurları içereceği anlamına geliyor. Türkiye’nin Batılı müttefikleri olumlu bir gündem oluşturmaya ve mümkün olan yerlerde ikili işbirliğini geliştirmeye odaklanmalı, ancak bu yeni Erdoğan döneminde ilişkilerde gerçekten niteliksel bir iyileşme beklentilerini yumuşatmalıdır.

Erdoğan’ın yeniden seçilmesi Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini etkileyecek mi?

Alper Coşkun: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu seçimlerde Erdoğan’ın arkasındaydı ve Erdoğan bunu unutmayacaktır – tıpkı 2016 darbe girişiminden sonra Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin birçoğu tereddüt ettiğinde Putin’in anında verdiği desteği asla unutmadığı gibi. Bu iki lider arasındaki kişisel uyum, ulusları arasındaki tarihi rekabeti ve Güney Kafkasya, Suriye ve Libya gibi yerlerde devam eden rekabeti yönetmelerini sağladı. Bu duruşlarını koruyacaklar ve birbirlerini güçlendirmeye devam edeceklerdir.

Batı için umut ışığı, Erdoğan’ın Rusya’ya olan bağlılığının kendi çıkarlarının bir fonksiyonu olması ve NATO üyeliğiyle caydırıcılığını artıran, ekonomisi ve yabancı yatırım portföyü büyük ölçüde Batı dünyasıyla özdeşleşmiş bir ülke olarak Türkiye’nin başka yerlerdeki öncelikleriyle sınırlı olmasıdır. Dolayısıyla Ankara, Batı ile Rusya arasındaki ince çizgide yürümeye devam edecek ve her iki durumda da fırsatlar ve zorluklar sunacaktır.

Marc Pierini: Türkiye-Rusya ilişkisinin bir başka boyutu daha var: Kremlin’in siyasi ve stratejik hedeflerinin Ankara’yı kendi hedefleriyle tutarlı olmayan kararlar almaya nasıl zorlayabileceği. Belirli koşullara bağlı olarak bu durum teorik olarak Türkiye’nin enerji kaynakları, ticaret ve finans akışları, savunma sanayinin geliştirilmesi veya NATO ile ilgili politikalarını etkileyebilir. Stratejik özerklik kavramı, Batı ve Rusya ile ilişkilerde hassas bir dengenin sağlanması anlamına gelecektir.

İsveç’in NATO üyeliği ve Suriye politikası Türkiye ve müttefiklerinin ayrıştığı alanlar. Bu olaylar nasıl sonuçlanacak?

Francesco Siccardi: Suriye cephesinde statükonun devam etmesi beklenmelidir. Türkiye iki hedef doğrultusunda çalışmaya devam edecektir. Birincisi, şu anda Türkiye’de yaşayan 3,6 milyon Suriyeli mültecinin bir kısmının ülkelerine geri dönmesi için gerekli koşulları yaratmak ki bu konu seçim kampanyasının merkezinde yer alıyordu. İkincisi ise Suriye içindeki Kürt etkisini azaltmak ve Türkiye-Suriye sınırı boyunca bir tampon bölge oluşturarak Kürt grupların Türkiye topraklarına saldırılarını önlemek.

Tüm bunları başarmak için Türkiye muhtemelen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile ilişkilerini normalleştirme yönünde daha fazla adım atacaktır. Ancak şu ana kadar Şam’ın Ankara’dan 2016-2019 yılları arasında işgal ettiği tüm Suriye topraklarını terk etmesini istemesi diyalogda somut bir ilerleme kaydedilmesini engelliyor.

Rusya’nın etkisi çıkmazın aşılmasında kilit rol oynayabilir. Suriye satranç tahtasındaki herhangi bir değişiklik, Türkiye’deki Suriyeli mültecileri desteklemek için milyarlarca avro harcayan Avrupa Birliği ve İslam Devleti’ni kontrol altında tutmak için Suriyeli Kürtlerle yakın işbirliği içinde çalışan ABD için büyük sonuçlar doğuracaktır.

Alper Coşkun: Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini engellemek gibi stratejik bir çıkarı yok ve bu anlamda müttefikleriyle anlaşmazlığa düşmüyor. Seçimler de aradan çıktığına göre, konunun iç politikada bir değeri kalmadı. İsveç, Türkiye’nin terörün finansmanı, eleman temini ve propaganda faaliyetlerine ilişkin kaygılarını gidermek için yasal tedbirler almıştır ve somut uygulamalara geçilmesi halinde Türkiye’nin Finlandiya’ya olduğu gibi İsveç’in de ittifaka girmesine yeşil ışık yakması beklenebilir.

Doğrudan bağlantılı olmasa da Ankara’nın gözü aynı zamanda Washington’a yaptığı ve Batı savunma sanayi ekosisteminde kalma arzusunu temsil eden F-16 talebinde olacak. Dolayısıyla bu talep ABD’nin desteğini hak ediyor.

Suriye dosyası oldukça karmaşık bir konu ve Türkiye için öncelikli olacak. Yıllardır süren anlaşmazlıklara rağmen, Türkiye ve ABD’nin (ve Batılı müttefiklerinin) terörle mücadele ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne tam destek kavramları etrafında ortak bir zemin bulma potansiyeli devam ediyor. Buradaki ana kriter, tüm tarafların bu hedefleri herhangi bir istisna olmaksızın benimsemesi olacaktır. Eski istihbarat şefi Hakan Fidan’ın ülkenin diplomasi çabalarının başına geçmesiyle Türkiye’nin bu gündemi zorlaması beklenebilir. Elbette Türkiye bunu yaparken Rusya ile Suriye’deki angajmanını da kullanacaktır.

Alper Coşkun, Washington DC’deki Carnegie Endowment for International Peace’de Avrupa Programı’nda kıdemli araştırmacıdır ve Türkiye ve Dünya Projesi’ni yönetmektedir. Marc Pierini Carnegie Europe’da kıdemli araştırmacıdır ve araştırmaları Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklanmaktadır. Francesco Siccardi ise Carnegie Europe’da kıdemli program yöneticisi ve kıdemli araştırma analistidir.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler