Peki Erdoğan’ın rüyası gerçekte ne ifade ediyor? – Marc Semo

Batılı gözlemcilerin ve liderlerin umutlarına rağmen, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Erdoğan lehine çıkan sonuç, Türkiye’nin muhafazakâr, derin dindar ve giderek daha milliyetçi bir karaktere sahip olduğunu göstermektedir. Yirmi yıllık bölünmemiş iktidarın ardından “Reis” Türkler için devletin sembolü haline gelmiştir.

Marc Semo tarafından 16 Mayıs 2023 tarihinde Challenges için kaleme alınan makalenin Fransızca orijinaline buradan ulaşılabilir.

Popülist liderlerin kemikleşmişliğini ve seçmenlerinin korkularını gidermek kadar hayallerini de somutlaştırma kapasitelerini çoğu zaman hafife alıyoruz. Müslüman-muhafazakâr Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Mayıs’ta, ilk kez ikinci tura kalmış olsa da yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi bunun bir başka güzel örneği. CHP lideri ve altı muhalefet partisinden oluşan geniş koalisyonun tek adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise, oyların %45’ini alarak rekor bir oy oranına ulaşmasına rağmen daha fazla seçmeni etkilemeyi başaramadı.

Anketçiler, gazeteciler, siyaset bilimciler -ve bu satırların yazarı – muhafazakâr, dindar ve giderek daha milliyetçi olan diğer Türkiye’yi, yani Anadolu’nun derinliklerindeki Türkiye’yi görmek yerine batıdaki büyük şehirlerin kentli Türkiye’sine odaklandılar, umutlarına cevap verene inanmayı tercih ettiler.

Altı muhalefet partisinin koalisyonundan ya da Avrupa kurumlarından on binlerce gözlemcinin izlediği 14 Mayıs seçimleri, kampanya koşullarının adaletsizliğine, özellikle de medyanın %90’ını hükümetin kontrol etmesine rağmen nispeten sorunsuz geçti. Bu yüzden bu sonuç daha da acı.

Bölünmüş bir Türkiye

Seçim sonuçları siyasi ağırlık merkezinin sağa kaydığı, neredeyse eşit iki bloğa bölünmüş bir ülke gösteriyor. Bu durum, hem müttefik hem de düşman olan bu zor ortak Erdoğan’la arayı düzeltmek zorunda kalacak olan Batı için iyi bir haber değil; Erdoğan’ın kazanması için üçüncü aday olan aşırı milliyetçi Sinan Ogan’ın oylarını – %5 – çekmesi gerekecek. Kimlik temelli milliyetçiliğin bu şekilde güçlenmesi, parlamento oylaması incelendiğinde daha da belirgin hale geliyor: Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile aşırı sağcı müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’ni (MHP) bir araya getiren hükümet koalisyonu büyük bir çoğunluk elde etti.

Yirmi yıldır tüm seçimleri kazanan Erdoğan, ekonomik kriz ve enflasyona, eşitsizliklerin artmasına, bir iktidar sistemi haline gelen yolsuzluğa rağmen, Antakya bölgesindeki ölümcül depremde hükümetin ihmalinin ortaya çıkmasına rağmen seçmenlerinin güvenini korumayı başardı.

“Bu performans, daha önce hiç bu kadar iyi bir konumda olmadığı halde muhalefeti eksikliklerini sorgulamak zorunda bırakıyor. Belli ki Erdoğan, Türk toplumunun otoriter bir adamın arkasında saf tutması için güçlü bir toplumsal ilhama yanıt vermeye devam ediyor.” diyor akademisyen ve “Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si” (La Découverte) kitabının yazarı Ahmet İnsel. Ancak İnsel’e göre bu durum, insanların zihnine musallat olan şeytanları kovalayacak gibi görünüyor: Kürtlerin, Alevilerin ve kadınların tanınma ve eşitlik talepleri karşısında ulusal ve dini kimliğin çözülme korkusu, Batı’ya karşı duyulan belli bir korku ve geçmişin kayıp değerlerine duyulan nostalji.

Bu korkular çeşitlidir ve derin tarihsel kökleri vardır. Bu nedenle, Türk ulusal tahayyülü, muzaffer müttefikler tarafından dayatılan 1919 anlaşmasına atıfta bulunan “Sevr sendromu” tarafından hala dürtüklenmektedir. Bu antlaşma Osmanlı İmparatorluğu’nun yanı sıra bugünkü Türkiye topraklarını da parçalamış, Büyük Ermenistan ve Büyük Kürdistan’ı kurmuştu. Mustafa Kemal diktayı reddetti ve silah zoruyla ülkenin bugünkü sınırlarında Jakoben modelden esinlenen laik bir cumhuriyet kurdu.

Bu tarih henüz bitmiş değil.

Erdoğan, ulusun sembolü
German Marshall Fund tarafından 2022 yılında yapılan geniş çaplı bir araştırmaya göre Türklerin %62,4 gibi büyük bir çoğunluğu Avrupalıların amacının Türkiye’yi bölmek, hatta parçalamak olduğuna inanıyor. Ancak bir o kadar kişi de (%60) Avrupalılar hakkında olumlu düşüncelere sahip ve Birliğe daha da yakınlaşmak istiyor. Erdoğan’ın cami ağzıyla sokak ağzını harmanlayan söylemi, Emmanuel Macron’un “akıl sağlığını” sorgularken ya da Angela Merkel’e “Nazi” derken Avrupalı mevkidaşlarına karşı bu damarı nasıl titreteceğini biliyor.

Yirmi yıldır giderek artan bir şekilde bölünmeyen iktidarının ardından, destekçilerinin ona verdiği isimle “Reis”, pek çok Türk için devletin ve milletin sembolü haline geldi. Her şeyden önce bu otokratik iktidardan, bu “tek adam” iktidarından kurtulma arzusuyla birleşen heterojen bir muhalefetin aksine Erdoğan, Türk toplumunun büyük bir bölümünün hayal kırıklıklarını nasıl ifade edeceğini biliyor.

“Erdoğanizm post-Kemalizmdir. Batılı olmayı istemek, asla yeterince Batılı olamama korkusuydu. Her ne pahasına olursa olsun AB’ye katılmak istemek, asla bir Avrupalı olarak kabul edilmeme ve ulusal egemenliği paylaşarak biraz daha az Türk olma riskini almak anlamına geliyordu” diyor “Pourquoi l’empire ottoman” (Folio) kitabının yazarı, tarihçi Olivier Bouquet. Her şeyden önce seçmenlerine nasıl bir hayal sunacağını biliyor; bölgesel sahnede ve aynı zamanda ötesinde bir kahraman haline gelen bir ülkede yaşama hayali.

IFRI’nin (Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) Türkiye programı direktörü ve güncellenmiş bir versiyonu yeniden yayınlanan “100 soruda Türkiye” (Tallandier) kitabının yazarı Dorothée Schmid, “Erdoğan’ın yirmi yıllık topyekûn aktivizmiyle ara güç statüsünü pekiştiren Türkiye, önemli bir aktör olarak tanınmak istiyor; yanlış anlaşılmaktan korkarak, kendisini tarihsel ortaklarının dünya görüşünden giderek daha fazla uzaklaştıran güçlü bir söylem üreterek kendini ortaya koyuyor” diyor.

Batılı liderlerin pragmatizmi
Washington’un yanı sıra Avrupa başkentleri de Türkiye’deki seçimlerle ilgili olarak şu ana kadar mesafeli durdular. Gerçekçilik geleceği korumak için gereklidir. Erdoğan NATO içinde ve AB üyelik sürecinde sorun yaratma gücünü çoktan gösterdi. Batı’nın Erdoğan’sız bir Türkiye’den memnun olacağından kimsenin şüphesi yok.

Ancak Rusya’dan Çin’e, Brezilya ve Orta Doğu ülkelerine, özellikle de yıllar süren krizin ardından Ankara ile bağlarını yenileyen Suudi Arabistan’a ve Türkiye’nin giderek daha aktif olduğu Afrika’ya kadar, “Reis “in iktidarının devam etmesi güven verici ve sürekliliği garanti edici olarak algılanıyor. Erdoğan’ın dış politikası aynı zamanda ezilenlerin, özellikle de Müslümanlarsa, sözcüsü olarak poz verdiği popülist bir siyaset. Bu da Türk seçmenlere hitap ediyor. Cumhuriyetin kuruluşundan yüz yıl sonra Erdoğan onlara “bir Türk yüzyılı” vaat ediyor.

Marc Semo, Fransız Le Monde gazetesinde fikir-tartışma sayfalarının genel yayın yönetmen yardımcısı ve gazeteci.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler