Jeopolitik Türkiye’nin uluslararası geleceğini nasıl şekillendirecek? – Galip Dalay

Türkiye’nin Batı ile ilişkilerindeki temel sorunların çözülmesi pek olası görünmüyor. Türkiye ile ABD arasında küresel siyaseti okuma ve buna bağlı tehdit algılamaları açısından önemli bir uçurum var. Büyük güç rekabeti, uluslararası siyasetin mevcut kapsayıcı çerçevesini oluşturmakta ve ABD ile Batı’nın güvenlik algısını şekillendirmekte. Ancak bu rekabet aynı zamanda birden fazla güç merkezinin var olduğu anlamına gelmektedir ki Türkiye bunu önemli bir koz olarak görüyor.

Galip Dalay tarafından 5 Haziran 2023 tarihinde Chatham House‘da kaleme alınan makaleye buradan erişilebilir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeniden seçilmesinin ardından kabinesini açıkladı ve kabine hem yurt içinde hem de yurt dışında olumlu karşılandı.

Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin istihbarat, güvenlik ve dış politika ekosisteminin bağlantı noktalarını dönüştüren güçlü bir istihbarat uzmanı ve jeopolitik aktivizminin baş mimarlarından biri. Yeni maliye bakanı ise piyasa dostu eski Merrill Lynch ekonomisti Mehmet Şimşek. Her ikisi de uluslararası muhataplarıyla yakın çalışma ilişkileri olan deneyimli ve saygın isimler. Ekonomi geçmişi olan bir diğer deneyimli isim Cevdet Yılmaz ise cumhurbaşkanı yardımcısı olarak görev yapacak.

Bu atamalar, Türkiye’nin dış ve ekonomi politikaları arasında yakın bir bağlantı olacağına işaret ediyor. Son on yılda Türkiye’nin dış politikasını jeopolitik, güvenlik ve siyasi kaygılar belirlerken, artık dış politikanın ekonomik çerçevesi daha fazla ön plana çıkacak gibi görünüyor. Orta Doğu’daki pek çok devlet jeopolitik hedefleri ile ekonomik ihtiyaçları arasındaki uçurumu kapatmaya çalışıyor. Bu durum, ciddi bir ekonomik gerileme yaşayan Türkiye için özellikle aciliyet taşımakta. Ankara ekonomik sıkıntılarını aşmak için muhtemelen para ve yatırım bulma misyonuna girişecek: Körfez, Rusya ve Çin karşılıksız para teklif edebilir; ya da Batı’ya yönelebilir – ancak bu da bir dizi koşulla birlikte gelecektir.

Basit Batı yanlısı ya da karşıtı söylemlere meydan okuyan bu atamalar, Türkiye’nin kendi dış ve güvenlik politikasında özerklik ve uluslararası ilişkilerde daha fazla statü peşinde koşmaya devam edeceğini gösteriyor. Ancak bunun ille de Batı karşıtlığı anlamına gelmediğine, aksine yeni kabine farklılıkları ve anlaşmazlıkları daha ustaca yönetme çabasına işaret ediyor.

Jeopolitik bir denge oyunu
Bölgesel meselelerde daha büyük rol, dış politikada daha fazla özerklik ve uluslararası ilişkilerde daha fazla statü talep eden diğer bölgesel güçlerin yanında Türkiye, öncü olmasa da küresel ve bölgesel siyasette önemli bir eğilimi temsil ediyor. Brezilya, Güney Afrika ve Suudi Arabistan gibi diğer bölgesel güçlerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin iki ayırt edici özelliği bulunuyor. Birincisi, NATO üyesi olması jeopolitik dengeleme hareketini ve özerklik arayışını daha tartışmalı hale getirmesi; İkincisi, uluslararası ilişkilerde büyüklük fikrinin oldukça popüler olduğu post-emperyal bir devlet olması. Nitekim bu husus Erdoğan’ın seçim stratejisinde de kilit bir rol oynadı.

Ankara, son on yıldaki bölgesel ve uluslararası gelişmelerin – özellikle de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana – Türkiye’nin dış politikasının, günümüz küresel siyasetinin eskisi kadar Batı merkezli olmadığı, ancak Batı karşıtı da olmadığı varsayımını ve önermesini doğruladığına inanıyor. Bu politika, Ankara için küresel düzendeki yapısal değişikliklerin bir mikrokozmosu olan ve ABD’nin bölgesel öneminin ve varlığının nispeten azaldığını ve bölgesel aktörlerin öneminin arttığını vurgulayan Orta Doğu’daki gelişmelerden orantısız bir şekilde etkileniyor. Bu arada Rusya’nın bölgesel güvenlikteki rolü ve Çin’in bölgedeki ekonomik önemi de artış gösterdi. Türkiye ve Rusya’nın Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ’da ve hatta Karadeniz’de bölgesel çatışma yönetimi konusunda birlikte çalışması Ankara için önemli bir tecrübe süreci oldu.

Ukrayna’nın işgali de bir başka deneyim süreci oldu. Batı’yı hayal kırıklığına uğratacak şekilde, aralarında Hindistan, Suudi Arabistan, İsrail ve BAE gibi geleneksel ortaklarının da bulunduğu pek çok Batılı olmayan ülke jeopolitik bir dengeleme hareketine girişti.Savaşın vuku bulduğu Karadeniz’de önemli bir güç olan Türkiye ise Rusya karşıtı olmadan Ukrayna yanlısı olmaya çalışarak birbiriyle ilişkili iki politika izledi. Ukrayna’ya silahlı insansız hava araçları da dahil olmak üzere erken dönemde savunma teçhizatı sağladı. Eğer Moskova güç dengesini temelden kendi lehine değiştirebilseydi, bu Türkiye için uzun vadeli bir tehdit oluşturacak ve bölgedeki manevra alanını daraltırdı. Ancak, Rusya ve Batı arasındaki çatışma sürecinde Ankara etkin bir jeopolitik denge politikası izliyor ve uluslararası yaptırımlara katılmıyor.

Bu yaklaşım şimdiye kadar Ankara’ya oldukça fayda sağladı ve Türkiye’nin birden fazla rol oynamasına olanak tanıdı. Çatışmada arabuluculuk yapmaya çalışarak diplomatik bir rol, Birleşmiş Milletler (BM) ile birlikte tahıl anlaşmasını kolaylaştırarak insani bir rol ve Türk boğazlarından Karadeniz’e ve Karadeniz’den geçişi kontrol ederek jeopolitik bir rol oynama fırsatı verdi. Bu dikkatli denge politikası aynı zamanda Rus sermayesinin ve turistlerin Türkiye’ye istikrarlı bir şekilde akmasını da sağladı. Dolayısıyla, sağladığı pek çok fayda göz önüne alındığında bu politikanın değişmesi şimdilik pek olası görünmüyor.

Batı ile ilişkilerde kilit sorunlar devam ediyor
Buna karşılık, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerindeki temel sorunların çözülmesi pek olası görünmüyor. Türkiye ile ABD arasında küresel siyaseti okuma ve buna bağlı tehdit algılamaları açısından önemli bir uçurum var. Büyük güç rekabeti, uluslararası siyasetin mevcut kapsayıcı çerçevesini oluşturmakta ve ABD ile Batı’nın güvenlik algısını şekillendirmekte. Ancak bu rekabet aynı zamanda birden fazla güç merkezinin var olduğu anlamına gelmektedir ki Türkiye bunu önemli bir koz olarak görüyor.

Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin geleceği bu rekabet ve Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerinin doğası tarafından şekillenecektir. Ankara’nın yeniden Rus silahları satın alması (daha önce Rus S-400 sistemlerini almış olması büyük ölçüde Türkiye-Batı ilişkilerindeki gidişatın bir sonucuydu) ve hassas teknolojiler alanında Çin ile işbirliğine girmesi özellikle kritik olacaktır.

Bu ilişkiyi şekillendiren başka kilit konular da var. Bunlardan ilki, Türkiye’nin Stockholm’ün terörizme karşı gevşek yaklaşımını gerekçe göstererek engellediği İsveç’in NATO adaylığı kararı. İsveç geçtiğimiz Kasım ayında daha güçlü bir terörle mücadele yasası kabul etti ve bu yasa 1 Haziran’da yürürlüğe girdi. Bu konunun NATO’nun Temmuz ayında Vilnius’ta yapılacak zirvesinde çözülüp çözülmeyeceği henüz belli değil, ancak muhtemelen çok uzak olmayan bir gelecekte çözüme kavuşacaktır.

İkincisi ise COVID-19 salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve büyük güçler arasındaki rekabetin ön plana çıkardığı küresel tedarik zinciri meselesidir. Büyük üretim üssü, G20 ve AB Gümrük Birliği’nin bir üyesi olarak Türkiye, tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılmasından mümkün olduğunca faydalanmayı umuyor. Ancak bunu yapabilmesi sadece ekonomiye değil, aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa ve Batı ile ilişkilerinin seyrine de bağlı olacaktır. Türkiye’nin Avrupa’nın tedarik zincirlerindeki rolünün artması, Türkiye’yi Batı’nın ekonomik ekosistemine daha da kilitleyecektir.

Tarihsel açıdan ortak tehdit algılamaları Türkiye ve Batı’yı yakınlaştırırken, Avrupa’nın yakın çevresinde yaşanan son jeopolitik krizler iki ülkeyi birbirinden uzaklaştırdı. Bazı bölgesel çatışmalar hızını kaybettiğinden rekabet dinamikleri bir nebze azalmış olsa da çözüme kavuşturulmaktan hala uzak. Jeopolitiğin Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini nasıl etkileyeceği, ortak komşuluk alanlarında rekabet mi yoksa işbirliği mi yapacaklarına bağlı olacaktır.

Galip Dalay, Chatham House’da Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı araştırmacısı.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler