Erdoğan’ın üçüncü döneminden ne beklemeliyiz? – Sinan Ciddi
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Mayıs’ta üçüncü dönemini garantilemesinden bu yana, muhalefeti kesin bir yenilgiye uğratmasının yarattığı şok yerini büyük ölçüde Erdoğan’ın yeni döneminin Türkiye için, özellikle de dış politikası için ne anlama geleceğine dair sorulara bıraktı.
Sinan Ciddi tarafından 8 Haziran 2023 tarihinde Foreign Policy‘de kaleme alınan yazının İngilizce orijinaline buradan erişilebilir.
Erdoğan’ın şu anda iki önceliği var: Türkiye’nin geleneksel Batı çıpası ABD’nin politika ayrıcalıklarına bağlı olmayan, küresel olarak daha iddialı bir varlık göstermesini sağlamak ve ilk hedefine hizmet etmek için Ankara’nın NATO ve Avrupa Birliği gibi Batı kurumları içindeki konumundan yararlanmak.
Her ikisini de başarmak için, öncelikle Başkan Vladimir Putin’in Rusya’sı ile giderek derinleşen bağlarını vurgulamaya devam edecektir. Erdoğan, Ankara’nın Ukrayna’da Rusya’nın kontrol altına alınmasında oynadığı hayati rolün altını çizerek, özellikle de silah satışları yoluyla Türkiye’nin Batı için temel önemini vurgulayacak. Çatışmanın başlangıcından bu yana Ankara Kiev’e Türk yapımı TB2 insansız hava araçları sattı; ayrıca Rusya ile bir tahıl sevkiyatı anlaşmasına aracılık ederek Ukrayna tahılının dünya pazarlarına satışını kolaylaştırdı ve muhtemelen bir dünya gıda krizini önledi.
Dahası, Kosova’da Sırp saldırganlığının yeniden başlamasıyla Balkanlar’da artan gerilim, Ankara’nın istikrarı güçlendirmede kilit bir rol oynama isteğini şimdiden ortaya koymasına neden oldu. Erdoğan ayrıca Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik göç ve mülteci akınlarına karşı bir siper olmaya devam edeceğini vurgulamaya devam edecektir.
Karşılığında ise Avrupa’dan, Türkiye’nin Avrupa pazarlarına mevcut erişimini ve Türk vatandaşlarının Schengen Bölgesi’ne vizesiz seyahatini geliştirme fırsatlarını araştırırken, Türkiye’nin kendi ülkesindeki demokratik yönetişim eksikliğine yönelik eleştiri yapılmaması şeklinde saygı talep edecektir. Erdoğan’ın elinin uzandığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Avrupa Erdoğan’ın devamlılığına hazır ve büyük ölçüde minnettar. Avrupa Birliği, seçim zaferinin ardından Erdoğan’a övgüler yağdırdı ve Avrupa’nın kalbine göçü engellemek uğruna Erdoğan’ı memnun etme fırsatı için ağzı sulanıyor.
Washington’daki tablo da hemen hemen aynı. Biden yönetimi Ankara ile samimi bir ilişki sürdürmeye hevesli. Türkiye yaşlanan hava kuvvetleri için yeni F-16 savaş uçakları almak istiyor. Ancak talepleri temelde bu kadarla sınırlı ve Ankara Washington’la esaslı bağlar kurmakla ilgilenmiyor. Başkan Joe Biden iki nedenden ötürü Erdoğan’ı razı etmeye çalışıyor: Erdoğan İsveç’in NATO üyeliğini onaylamayı kabul ederse, bu Biden yönetimi ve NATO için bir kazanç olarak görülecektir. Ayrıca Beyaz Saray Türkiye’nin tamamen Putin’in etkisi altına girmesini istemiyor. Türkiye bir yerden jet almak zorunda; bu Batı da olabilir.
Şimdi gözler, ittifakın Temmuz ayında Litvanya’nın Vilnius kentinde yapılacak zirvesinde İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakıp yakmayacağını görmek için Erdoğan’ın üzerinde. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Türkiye’nin onayını almak için Erdoğan’ın yemin törenine katıldı. Biden ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Stoltenberg’den önce Erdoğan’ı seçim zaferinden dolayı kutlarken, üyeliğin bir an önce onaylanması için yüksek sesle çağrıda bulundular.
Yine de Erdoğan’ın bu işi daha da uzatabileceğine dair endişeler devam ediyor. Türkiye kısa bir süre önce İsveç hükümetinden, Erdoğan’ın yeniden seçilmesini protesto etmek için İsveç parlamento binasının ön cephesine PKK bayrağı yansıtan Kürt göstericilere karşı harekete geçmesi talebinde bulundu. Nihayetinde Türkiye’nin İsveç’in üyeliğini onaylaması muhtemel çünkü Ankara’nın Washington’daki milletvekillerine F-16 satışını onaylatabilmesinin tek yolu bu.
Tüm bu hesaplamalarda hem Brüksel hem de Washington bir dizi bireysel politika hedefine ulaşmaya çalışıyor. Ancak net kazanan Erdoğan. Batı ile ilişkilerin tonunu ve gündemi belirleyen o. İlişkilerin temelden sıfırlanmasını ya da yeniden şekillenmesini istemez. Ancak Batı’yı üzecek şekilde bölgesel nüfuzunu arttırmaya devam edeceğe benziyor.
Fakat bunu gerçekleştirebilmesi büyük ölçüde Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığına son verme ve bölgesel güçlerle bağlarını yeniden inşa etme derecesine bağlı olacaktır. Nitekim Erdoğan 2022 yılında Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve İsrail ile yakınlaşmaya başladı bile. Türkiye’nin nakit sıkıntısı çeken merkez bankasına para yatırmaya devam etmek ve Türkiye ekonomisine yatırım yapmaları için söz konusu ülkelere güvenmek zorunda kalacağından bu ilişkileri geliştirmesi gerekiyor.
Erdoğan, ülkesinin ekonomisini istikrara kavuşturmak için Uluslararası Para Fonu’nun kapısını çalmaz. Zira bunu yapması, yolsuzluklarla dolu olan devlet harcamalarının muhasebesini açması anlamına gelir ki bunu yapması söz konusu olamaz. Ancak bölgesel güçlere yaklaşabilir ve onları Türkiye’ye yatırım yapmaya ikna edebilir, bunun başlıca yolu da Türkiye’nin varlık fonundaki önemli varlıkları satmak.
Öte yandan Erdoğan’ın Suriye’de Putin’e yaslanması gerekecek. On yıldır devirmeye çalıştığı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Erdoğan’ı memnun edecek bir hali yok. Ancak Esad, ülkesindeki iç savaşın sona ermesini arzu eden Putin’e karşı borçlu. Erdoğan, ülkesindeki seçmenlere bir kazanım olarak satabileceği önemli sayıda Suriyeli mülteciyi ülkelerine geri göndermeye hevesli olsa da, Esad bunun karşılığında ne isteyecek: Tüm Türk askerlerinin Suriye’den çıkmasını.
Erdoğan’ın yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın faydalı olabileceği alanlardan biri de bu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) eski başkanı olan Fidan, 2022’de Suriye hükümetiyle ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan tüm üst düzey toplantılara katıldı. Bununla birlikte Fidan hakkında nispeten az şey biliyoruz. Kariyeri boyunca kamuya açık hiçbir röportaj vermedi ve görev yaptığı süre boyunca da düşük bir profil çizdi.
Fidan 2010’ların başında PKK ile barış görüşmelerinin yürütülmesinde önemli bir rol oynamıştı. Türkiye’yi yeniden Batı’ya sıkı sıkıya bağlamakla ise pek ilgilenmiyor. Daha önce MİT’e atanması İsrail’in o dönemki savunma bakanı Ehud Barak tarafından eleştirilmiş ve Barak Fidan’ı İran’la yakın ilişkiler içinde olmakla suçlamıştı. Bu suçlama doğrulanmamış olsa da Fidan’ın Dışişleri Bakanı olarak atanması, Türkiye’nin ilişkilerini güçlendirmeye çalıştığı İsrail hükümeti tarafından olumsuz yorumlanabilir.
Görüşü ne olursa olsun, Fidan muhtemelen Erdoğan’ın önceliklerini paylaşıyor ve iyi bir emir eri. Selefi Mevlüt Çavuşoğlu’na kıyasla Fidan da ölçülü ve amaca yönelik.
Yine de Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını kendi uygun gördüğü şekilde yürütmeye devam edecek. Erdoğan 2017’den bu yana gücü ve karar alma mekanizmasını, 1920’lerde M. Kemal Atatürk tarafından ilan edilen parlamenter sistemi bir kenara iten yeni bir cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde merkezileştirdi. Bir kabine olmasına rağmen, içişleri ve dışişleri bakanı gibi geleneksel pozisyonları işgal eden bakanların kararlar üzerinde hiçbir siyasi sorumluluğu bulunmuyor. Seçilmiş bir cumhurbaşkanının seçilmemiş atamaları olarak, büyük ölçüde Erdoğan’ın kararlarını uygulamak için oradalar.
Örneğin Çavuşoğlu’nu ele alalım. Görev süresi boyunca Erdoğan için bir elçiden fazlası değildi. ABD-Türkiye ilişkilerini derinden zehirleyen Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alma kararı, Çavuşoğlu’nun, Dışişleri Bakanlığı’nın ve daha geniş anlamda Ankara güvenlik kurumunun katkılarıyla alınan istişari bir karar değildi. Kurumsal bir karar alma sistemi altında ordu, Milli Güvenlik Kurulu ve Dışişleri Bakanlığı’nın şiddetle karşı çıkacağı bu alım konusunda Erdoğan ısrarcı oldu.
Basitçe söylemek gerekirse, Erdoğan ne isterse maiyetindekiler onu yapar. Mesele sadece Fidan’ın Erdoğan’ın politikalarını daha iyi pazarlayabilmesinde.
Sinan Ciddi Deniz Piyadeleri Üniversitesi’nde ulusal güvenlik çalışmaları alanında doçent ve Demokrasileri Savunma Vakfı’nda kıdemli araştırmacı olarak görev yapmaktadır.