Erdoğan seçimleri kazanırsa ne olur? – Sinan Ciddi

Erdoğan için üçüncü bir dönem, Türkiye’nin sallantıda olan demokrasisinden geriye kalanları da muhtemelen kısıtlayacaktır. Erdoğan muhtemelen bu fırsatı, bir yandan ülkenin Batı’daki müttefikleriyle yeni bir sayfa açmaya çalışırken, diğer yandan da ülkenin medyası ve kamusal alanındaki az sayıdaki eleştirel sesleri bastırmak için kullanacaktır.

Sinan Ciddi tarafından 28 Nisan 2023 tarihinde National Interest’te kaleme alınan makaleye buradan erişilebilir.

Erdoğan’ın önümüzdeki ay yeniden seçilmesi halinde, birçok kişi kaçınılmaz olarak “bu kimin suçu” ve “bundan sonra ne olacak?” sorularını soracaktır.

Türkiye’yi yakından takip edenler arasında 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucuna ilişkin yoğun ve çoğu zaman hararetli görüş ayrılıkları var. Bireyler, kendi kamplarına çekilmiş durumdalar: İnsanlar ya Recep Tayyip Erdoğan’ın kesinlikle kazanacağına ya da büyük bir farkla kaybedeceğine ikna olmuş durumdalar. Her iki taraf da kendi pozisyonları için -gazeteci veya akademisyen olarak deneyimleri üzerinden veya anketlere atıfta bulunarak ülkenin ekonomik durumu hakkında- sayısız faktöre dayanan ve nispeten ikna edici anlatılardan bahsediyor.

Gerçek şu ki, takvim ilerlerken bu sadece bir tahmin oyunu. Ben kendi adıma, Erdoğan’ın üçüncü bir beş yıllık dönem için iktidarda kalma şansının, muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansından daha yüksek olduğunu tahmin ediyorum. Gerekçelerimi diğer köşe yazılarımda ve röportajlarımda açıklamaya çalıştım. Ancak bu noktada, öngörümün gerçekleşmesi halinde Erdoğan’ın görevde kalmasını kim ya da hangi faktörlerin sağlayacağı sorusu üzerinde düşünmeye değer.

İlk olarak, çok bariz bir unsur var: Türk seçmenin kendisi. Erdoğan’ın meşru bir zafer kazanması durumunda, bunun büyük bir kısmı seçmen taleplerine bağlanabilir. Türklerin çoğunluğu 14 Mayıs’ta sandığa giderken hukukun üstünlüğü, demokrasi ve diğer yönetişim konularına öncelik vermeyecektir. Öyle olsaydı Erdoğan’ın yüzde 40’larda oy aldığını görmezdik. Bunun yerine, seçmenler öncelikle korunma arzularıyla motive oluyorlar: “Oy verirken ekonomik çıkarlarımı kimin gözeteceğine inanıyorum?” Erdoğan bu motivasyonu karşılamak için son birkaç haftada emeklilere ikramiye, hanelere bedava doğalgaz ve asgari ücrete zam gibi bazı mali muslukları açtı. Kılıçdaroğlu’nun buradaki sorunu, seçmenleri cüzdan meselelerinde Erdoğan’dan daha iyi hizmet verebileceğine ikna edebilecek bir konumda olmaması – Erdoğan zaten bunu gösterebilecek ve böylece seçmenleri cezbedebilecek bir konumda. Devlet kaynakları kesenin ağzını kontrol ediyor ve bu kaynaklar zaten vatandaşların oylarını satın almak için kullanılıyor.

Öte yandan, Fransız ve İsrail vatandaşları son zamanlarda demokratik geleceklerini tehdit ettiğini düşündükleri yönetim sorunlarını protesto etmek için sokaklara döküldü. Fransa’da, büyük ölçüde emeklilik yaşının müzakereye dayalı olmayan bir şekilde yükseltilmesi üzerine, seçmenler hükümetin hesap verebilirliğini talep ediyor. İsrail’de ise hükümetin yargı bağımsızlığını kısıtlama girişimine karşı çıkan vatandaşlar kitlesel protesto gösterileri düzenliyor. Her iki durumda da seçmenler demokratik yönetişim sorunlarıyla motive durumdalar. Eğer Türklerin önemli bir kısmı bu iki örneği tekrarlamaya kalkışırsa, 2013’teki Gezi Parkı protestolarında olduğu gibi Erdoğan hükümetinin kaba kuvveti ile karşılaşması muhtemeldir.

Seçmen talepleriyle uyumlu hareket etmeye çalışan ana muhalefet bloğunun (Millet İttifakı) başından beri hukukun üstünlüğü ve demokratik yönetişim konularına retoriğin ötesinde bir öncelik vermediği görülüyor. Bunun yerine, siyasi rantların paylaşımına odaklanmış durumda. Örneğin, ittifakın cumhurbaşkanı adayının kim olacağına karar verme süreci işlevsiz bir kavgaya dönüşmüştü ve neredeyse ittifakı parçalayacaktı. İttifakın ana kampanya vaadinin Türkiye’yi parlamenter yönetim sistemine geri döndürmek (cumhurbaşkanlığının yetkilerini ve konumunu azaltacak ṣekilde) olduğu düşünüldüğünde, ittifak liderlerinin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunda neden bu kadar çok mücadele ettiği merak ediliyor. Eğer amaç Erdoğan’ı yenmek ve Türkiye’de hukukun üstünlüğünü ve demokratik yönetimi yeniden tesis etmek olsaydı, rakkamlar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu aday göstermenin en iyi seçim olacağını gösteriyordu. Kılıçdaroğlu’nun bunun yerine aday olmaktaki ısrarı, muhalefetin demokratik önceliklerinin sınırlarını ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı adayı olmak için yaşanan yoğun rekabet, milletvekili aday listesinin belirlenmesine ilişkin tartışmalara da yansıdı. Tüm partilerin milletvekili aday listelerini sunması gereken 12 Nisan tarihine kadar, ittifak içinde hangi partinin ne kadar milletvekili çıkaracağına dair yoğun pazarlıklar ilgi odağı oldu. Bu durum seçmenlere zaten nispeten alışık oldukları bir şeyin sinyalini verdi: siyasetçiler ve siyasi partiler sadece hükümetteki pozisyonlarını güvence altına almakla ilgileniyorlar.

Muhalefet oylarını bölen iki bağımsız aday da bu denkleme eklenince Erdoğan’ın ilk turda yenilme şansı azaldı. Ancak daha da önemlisi, 2018’de Erdoğan’a karşı yarışan ve başarısız olan Muharrem İnce ve Sinan Ogan’ın adaylıkları, Erdoğan tarafından muhalefet kampını lekelemek ve bölmek için teşvik edilen fırsatçı adaylar olarak algılanıyor olması.

Son tahlilde, Erdoğan’ın kazanması halinde seçmenler, Erdoğan’ı yenmemek için ellerinden geleni yapan muhalif siyasi elitler tarafından büyük bir hayal kırıklığına uğratılmış olacak. Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi durumunda ise suçun büyük bir kısmı onun cansız adaylığına atfedilecektir.

Elbette bu açıklayıcı faktörlerin hiçbiri, nihayetinde cumhurbaşkanlığını kimin kazanacağını belirleyebilecek hile ve şaibe olasılığını göz önünde bulundurmuyor. Ülkenin en uzun süre görev yapan liderinin üçüncü dönemini garantilemek için Erdoğan ve/veya devlet kurumları tarafından demokratik olmayan yollara başvurulma ihtimali oldukça yüksek. Birçok açıdan bu durum şimdiden aşikar: Yüksek Seçim Kurulu Erdoğan’ın anayasaya aykırı cumhurbaşkanlığı adaylığını kabul etti bile. Buna ek olarak, basın özgürlüğü ve medyaya erişim konusunda zaten sadece Erdoğan yanlısı olmayan çok az şey var.

Erdoğan için üçüncü bir dönem, Türkiye’nin sallantıda olan demokrasisinden geriye kalanları da muhtemelen kısıtlayacaktır. Erdoğan muhtemelen bu fırsatı, bir yandan ülkenin Batı’daki müttefikleriyle yeni bir sayfa açmaya çalışırken, diğer yandan da ülkenin medyası ve kamusal alanındaki az sayıdaki eleştirel sesleri bastırmak için kullanacaktır. Erdoğan hangi yolla zafer kazanırsa kazansın, hem Washington hem de Avrupa muhtemelen sessiz kalmayı ve kendi çıkarları doğrultusunda Erdoğan’la çalışmak için yeni yollar bulmayı tercih edecektir. Eğer yeniden seçilmesi gayrimeşru olarak algılanırsa, Batı’nın bunu dile getirmesini beklemeyin. Yeni bir Erdoğan dönemi, muhtemelen onunla uyum sağlamak için eski yolların bulunmasıyla sonuçlanacaktır.

Sinan Ciddi, Foundation for Defense of Democracies’de kıdemli araştırmacı olarak çalışmakta ve FDD’nin Türkiye Programı ile Askeri ve Siyasi Güç Merkezi’ne katkıda bulunmaktadır.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler