Cumhurbaşkanı seçimi kaybederse ne olur kimse bilmiyor – Reuben Silverman

Kılıçdaroğlu’nun geniş koalisyonu gerekli çünkü Erdoğan’a rakip olacak baskın bir Türk siyasi kişiliği ortaya çıkmadı; Demirel’in karşısında Ecevit, Bayar’ın karşısında İnönü yok. Bu kısmen Erdoğan’ın kendi eseri.

Reuben Silverman tarafından 22 Nisan 2023 tarihinde Foreign Policy için kaleme alınan makaleye buradan erişilebilir.

Türkiye 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine gidiyor. Bu seçimler, son 20 yıldır ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) yerinden edebilir. Bu süre zarfında Erdoğan ve AKP ülkede derin bir iz bıraktı – geleneksel olarak laik olan devlette İslam’ın rolünü genişletti ve Türkiye’nin yurtdışında sesini artırdı. Ancak yıllar süren alışılmışın dışındaki ekonomi politikaları ve geçtiğimiz Şubat ayında yaşanan ölümcül depremler hükümete olan güveni sarstı ve pek çok seçmenin AKP’nin geleneksel cazibesinin merkezinde yer alan yetkin yönetim anlayışını sorgulamasına neden oldu.

Yirmi yılın ardından Erdoğan’ın gidişini hayal etmek zor. Anketler muhalefet adayı tarafından yenilgiye uğratılabileceğini gösteriyor, ancak iktidarda kalabilmek için bedeli ne olursa olsun elinden geleni yapacağına, görevde olmanın avantajlarını dar da olsa bir zafer elde etmek için, veya iolumsuz olabilecek sonuçlara itiraz etmek için seferber edecegine dair yaygın bir inanç var.

Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı yarışına ve Erdoğan’ın olası sonuçlara nasıl tepki vereceğine duyulan endişenin büyük bir kısmı, Erdoğan’ın Türk siyasi tarihindeki emsalsiz konumunun bir neticesi. Erdoğan’ın yenilgiyi nezaketle kabullenmesini hayal etmek zor çünkü bu daha önce görülmemiş bir şey olacak. Daha önce hiçbir Türk cumhurbaşkanı doğrudan oylamayla görevden alınmamıştı.

Erdoğan sadece parlamento tarafından seçilmek yerine halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olmakla kalmadı, aynı zamanda ülkenin parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüşümünü de bizzat gerçekleştirdi. Erdoğan’ın atanmış 11 selefinin birçoğu sorunsuz bir şekilde gelip giderken, onun gibi kitlesel bir siyasi parti tarafından desteklenen birkaçı, ordu tarafından görevden alınana veya sürpriz bir ölümle karşılaşana kadar görevde kalma eğilimindeydi. Bunun tek istisnası da pek iç açıcı değil.

Türkiye’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk görece genç sayılabilecek 57 yaşında görev başında hayatını kaybetti, büyük olasılıkla “akṣamcı” yaşam tarzı nedeniyle. Halefi ve yakın sırdaşı İsmet İnönü, Atatürk’le birlikte liderliğini yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 1950’de Türkiye’nin ilk görece özgür ve adil seçimlerinde Demokrat Parti adlı muhalif bir grup tarafından yenilgiye uğratılana kadar 12 yıl boyunca görevini sürdürdü. Demokratlar baskıcı, laik devleti eleştirmiş ve özel teşebbüsü övmüştü. Demokratlar Erdoğan gibi siyasetçiler tarafından Türkiye’de merkez sağ siyaset ile demokrasi arasındaki doğal bağlantının bir göstergesi olarak gösterildi. Erdoğan’ın seçimleri Demokrat Parti’nin CHP’ye karşı kazandığı zaferin yıldönümü olan 14 Mayıs’ta yapma kararı bu bağlantıyı vurgulamayı amaçlıyor.

1950’de 65 yaşında olan İnönü, partisinin büyük yenilgisini kabul etmiş ancak siyasetten çekilmemeyi tercih etmişti. Neredeyse on yıl boyunca yaşlı adamın halefi olarak bekleyen Bülent Ecevit tarafından 1972’deki kurultayda görevden alınana kadar 22 yıl daha CHP’ye liderlik etmeye devam etti. İnönü bir buçuk yıl sonra öldü. Ecevit ise hiçbir zaman cumhurbaşkanı olamasa da otuz yıl daha siyasette önemli bir figür olarak kalacak ve 1980’deki askeri darbenin ardından yasaklanana kadar CHP’ye liderlik edecekti. Daha sonrasında ise kendisine sadık bir halef partinin başına geçecek.

Demokrat Parti lideri Celal Bayar, 1960 yılında bir askeri darbe ile görevden alınana kadar on yıl boyunca cumhurbaşkanlığı yaptı. Darbe sonrasında birkaç bakanla birlikte idama mahkum edildi. Ancak darbe liderleri ilerlemiş yaşı nedeniyle cezayı hafifletti. Bayar ve hayatta kalan Demokratların çoğu sonraki beş yılın çoğunu hapiste geçirdi. (Bayar 103 yaşına kadar yaşadı ve serbest bırakıldıktan sonra uzun yıllar perde arkasında siyaseti etkilemeye devam etti). 1960’ların başında hapiste olmayan Demokratlar Süleyman Demirel liderliğinde yeni Adalet Partisi’ni kurdular. Demirel kurnaz bir politikacı olduğunu kanıtladı ve neredeyse kırk yıl boyunca parti ve halefleri üzerindeki kontrolünü sürdürdü.

1960’lar ve 1970’lerdeki parlamento seçimleri Demirel liderliğindeki merkez sağ fraksiyon ile Ecevit’in desteklediği merkez sol grup arasında geçti. Ancak cumhurbaşkanlığı düzeyinde ordu kontrolü elinde tutmaya devam etti. 1960’taki darbenin ardından kabul edilen anayasaya göre cumhurbaşkanları parlamento tarafından yedi yıllık tek bir dönem için seçilmeliydi; üst üste görev yapmak yasaktı. Bu dönemin üç cumhurbaşkanı -Cemal Gürsel, Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk- eski general veya amiraldi. Korutürk’ün 1980’deki görev süresinin sonunda parlamentoda çatışan siyasi grupların yeni bir cumhurbaşkanı seçememesi, orduyu o yıl yeni bir darbe yapmaya, parlamentoyu feshetmeye, yeni bir anayasa yazmaya ve bir başka generali, Kenan Evren’i Türkiye’nin yedinci cumhurbaşkanı olarak atamaya teşvik eden birçok faktör arasında yer aldı.

Askeri rejim CHP ve Adalet Partisi’ni dağıttı. Ayrıca hem Demirel hem de Ecevit’e siyaset yasağı getirdi. Teorik olarak bu durum Türkiye sahnesinde yeni yüzlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayabilirdi ancak Demirel, Ecevit ve diğer siyasetçiler 1987 referandumunda siyasi haklarını geri kazandılar. Onların yokluğunda merkez sol, Ecevit’in karizmasına sahip olmayan İnönü’nün oğlu Erdal tarafından bir arada tutuldu ve merkez sağ, Demirel’in uzun süredir arkadaşı olan Turgut Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi’nin hakimiyetine girdi. 1983’teki darbe sonrası ilk seçimlerde ordu destekli partilere karşı kazandığı zafer generallere bir azar niteliğindeydi. Evren 1989’da emekli olduğunda, Özal 1960’tan beri Türkiye’nin ilk sivil cumhurbaşkanı oldu.

Demirel siyasete yeniden girdiğinde, eski müttefiki Özal’ın siyaset sahnesine hakim olmasından memnun değildi, bu nedenle Demirel seçimlere kendi Doğru Yol Partisi bayrağı altında katıldı. Anavatan Partisi 1991’de parlamentonun kontrolünü Demirel liderliğindeki koalisyona kaptırdı. Özal 1993’te görev süresi dolmadan beklenmedik bir şekilde kalp krizinden öldüğünde, Demirel cumhurbaşkanlığını kendisi için güvence altına almayı başardı. Ancak Demirel’in görev süresi 2000 yılında sona erdiğinde, ikinci bir dönem için aday olamadı; bunun için anayasa değişikliği ve siyasi destek gerekiyordu. Partisi hiç sevilmiyordu ve eski rakibi Ecevit artık başbakandı. Demirel’in yerine, her ikisi de yargının baskısı altında olan İslamcı ve Kürt çıkarlarını temsil eden siyasetçiler hariç, çoğu siyasi grup tarafından kabul edilebilir olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer geçti.

Sezer’in savunduğu laik, milliyetçi devlete duyulan ortak yabancılaşma, birçok dindar ve Kürt seçmenin 2002 parlamento seçimlerinde Erdoğan’ı ve yeni kurulan AKP’yi desteklemesine yol açtı. Erdoğan, 1998’de yasaklanıp görevden alınana kadar İstanbul Belediye Başkanı ve İslamcı Refah Partisi üyesiydi. Dışarıdan biri olması, yolsuzluk skandalları ve yıkıcı bir depremin seçmenin yerleşik siyasi elitlere olan güven kaybından faydalanmasını sağladı. Ecevit, Demirel ve Özal’ın partileri seçimlerde büyük bir yenilgiye uğradı ve sadece iki parti -AKP ve yeniden kurulan CHP- meclise girmeyi başardı. İki yıl önce Sezer’e oy veren partilerden hiçbiri, Erdoğan 2003 yılında başbakan olarak göreve başladığında mecliste kalmadı.

Sezer başlangıçta Erdoğan’ın ve AKP’nin yetki kullanmasının önündeki en büyük engel olduğunu kanıtladı, defalarca yasa tasarılarını veto etti ve kilit pozisyonlar için adayları engelledi. Sezer’in görev süresi 2007’de sona erdiğinde, AKP onun yerine kendi içinden birini, Abdullah Gül’ü getirdi. Gül’ün göreve gelmesiyle AKP, bürokrasi ve yargı üzerindeki gücünü pekiştirmeyi başardı. Ancak güç Gül’den ziyade Erdoğan ve yakın müttefiklerinde yoğunlaştı. Kayda değer bir örnekte, Türkiye Barolar Birliği Başkanı hükümeti eleştiren bir konuşma yaptığında Erdoğan, Cumhurbaşkanı’nı da arkasına alarak salonu terk etti. Erdoğan’ın 2014’te Türkiye’nin ilk doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayı seçmesi ve Gül’ün mücadele etmeden kenara çekilmesi sürpriz olmadı.

Erdoğan cumhurbaşkanlığı makamını dönüştürdü. Partisiyle bağlarını koparmasını gerektiren ilk döneminde hükümetin karar alma süreçlerine sık sık müdahale etti ve pek çok hukukçunun yasak olduğuna inandığı partizan bir tavır sergiledi. Erdoğan’ın desteklediği 2017 referandumu, başbakanlık makamını ortadan kaldıran ve Türkiye’yi Erdoğan’ın daha etkili bir yönetim sağlayacağını savunduğu bir başkanlık sistemine dönüştüren anayasa değişikliklerini onayladı. İkinci döneminde Erdoğan, yeni bulduğu otoritesini toplumun bir şekilde özerk kalan birkaç sektörüne müdahale etmek için kullandı ve birkaç yıl içinde dört merkez bankası başkanı değiştirdi.

Türkiye’de darbelerden sonra göreve gelen ya da ordu tarafından desteklenen cumhurbaşkanları kurumları kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebiliyordu ancak halkla bağlantı kuracak siyasi partileri yoktu. Siyasi partilere liderlik eden cumhurbaşkanları ise halk desteğine sahip olsalar da hiçbir zaman tüm devlet kurumları üzerinde bu kadar doğrudan etkiye sahip olamadılar. Erdoğan, hem devlet kontrolüne hem de iktidarı bırakmasını istemeyen hatırı sayılır bir kitleye sahip olması bakımından benzersiz. Gelecek ay yapılacak seçimleri kaybederse, bu muhtemelen çok az bir farkla olacaktır. Ve 69 yaşında, kariyerlerinin sonuna gelmiş geçmiş Türk liderlerle kıyaslandığında nispeten genç kalacaktır. Kısacası: Erdoğan’ın iktidarı barışçıl bir şekilde nasıl bırakacağına dair çok az modeli var.

Erdoğan’ınkine benzer bir güç ve nüfuza sahipken görevini gönüllü olarak bırakan tek Türk cumhurbaşkanı 1950’de İnönü’ydü. Bu geçişin sarsıntılı olduğu kanıtlandı: Demokrat Parti ve destekçileri İnönü’ye ve CHP’ye derin bir öfke duydular; sonraki yıllarda muzaffer Demokratlar CHP’nin mallarına el koydular, İnönü’nün oğullarından birini çürük gerekçelerle araçla cinayetten yargıladılar ve hatta İnönü’nün devlet operasındaki locasından bir işitme cihazını çıkardılar. Demokratlar ayrıca İnönü’nün mitinglerine saldırmak için destekçilerinden oluşan çeteler örgütlediler. Demokratları iktidardan uzaklaştıran 1960 askeri darbesi, partinin CHP’yi kapatmaya hazırlandığı bir sırada geldi.

Erdoğan Demokratlarla ve onların ordudan gördükleri kötü muameleyle özdeşleşmeyi seviyor gibi görünüyor. Yine de Demokratların İnönü’ye ve diğer mağlup muhaliflere nasıl davrandıklarının hatırası Erdoğan’ın zihninde kaybetme riskini artırmış olabilir. Türkiye’deki mevcut muhalefet Erdoğan’ı sık sık yolsuzluğa bulaşmış bir diktatör olmakla suçluyor ve bu da kendisinin ya da ailesinin görevden ayrıldıktan sonra kovuşturmaya uğrama ihtimalini gündeme getiriyor. Erdoğan’ın bu suçlamaları ciddiye aldığı açık: Muhalefet liderleri açıklamaları nedeniyle para cezasına çarptırıldı ve haklarında dava açıldı.

Erdoğan’ın kaybetme korkusunu ve bunun getirebileceği her şeyi hafifletmek için, Türkiye’nin muhalefet partileri iktidara geldiklerinde atacakları olumlu adımları seçmenlere anlatan olumlu bir mesaj hazırlamalıdır. Bu, CHP’nin başarılı 2019 İstanbul belediye başkanlığı kampanyasındaki stratejisinin de bir parçasıydı.

Erdoğan’ın başlıca rakibi olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’nin suiistimallerini eleştiren bir isim olarak tanındı. Aday gösterildiğinden beri pozitif bir gündemi yolsuzluğu sona erdirme vaatleriyle birleştirdi. Ufak tefak meselelere ve sosyal refaha odaklanırken, AKP yanlısı güçlü şirketler kliğine para akışını sona erdireceğini vurguladı. Erdoğan’ın “tek adam” rejiminin bölücülüğü ile CHP liderliğindeki Erdoğan’ı görevden uzaklaştırmayı amaçlayan ideolojik olarak farklı partileri içeren muhalefet koalisyonunun kapsayıcılığını karşılaştırdı. Bu dengeleme hareketinin, Erdoğan’ın iktidarı elinde tutma kararlılığını sertleştirmeden seçmenleri heyecanlandırıp heyecanlandıramayacağını göreceğiz.

Kılıçdaroğlu’nun geniş koalisyonu gerekli çünkü Erdoğan’a rakip olacak baskın bir baṣka Türk siyasi kiṣi ortaya çıkmadı; Demirel’in karşısındaki bir Ecevit, Bayar’ın karşısındaki bir İnönü yok. Bu kısmen Erdoğan’ın kendi marifeti: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Kürt Halkların Demokratik Partisi lideri Selahattin Demirtaş gibi heyecan verici siyasetçiler kovuşturmalar ve hapis cezalarıyla kenara itildi. Erdoğan için bu kadar gücü kendinde toplayan ilk kişi olmak vizyon ve hayal gücü gerektiriyor. Asıl soru, bundan ilk vazgeçen olmayı da hayal edip edemeyeceği.

Reuben Silverman Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Enstitüsü’nde araştırmacıdır.

Yazı işleri departmanı

İlgili Makaleler


Son makaleler