Sallantı ve sarsıntı – Francesco Siccardi | Carnegie
6 Şubat depreminin Türkiye’nin Suriye politikasının hedeflerini Erdoğan’ın seçim çıkarları etrafında daha da merkezileştirdiği kesin. Türkiye’nin bundan sonraki eylem ve müzakerelerine yön verecek olan ilke budur.
Francesco Siccardi’nin 16 Şubat 2023 tarihli Carnegi Middle East Center‘daki analizine buradan erişilebilir.
Türkiye ve Suriye için 6 Şubat 2023’ün öncesi ve sonrası sonsuza dek var olacak. O gün meydana gelen deprem on binlerce insanın hayatına mal oldu (bu yazı yazılırken Türkiye’de 37.000, Suriye’de 5.800 kişi hayatını kaybetmişti) ve iki ülkenin sınırları boyunca milyonlarca insanı yerinden etti.
Yas tutma ve yeniden inşa süreci Türk ve Suriyeli vatandaşlara yıllarca eşlik edecek olsa da, felaketin ilk siyasi sonuçları şimdiden gözlemlenebiliyor. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kaderi tehlikede. Türk yetkililerin felakete yavaş tepki vermesinden duyulan hoşnutsuzluk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıldönümünün kutlandığı bir yılda Cumhurbaşkanı’nın yeniden seçilmesine mal olabilir. Ancak depremin etkisi nedeniyle Türklerin 14 Mayıs’ta sandığa gitmesi pek olası görünmüyor. Seçimler muhtemelen ya anayasanın öngördüğü yasal erteleme olan Haziran ortasına ya da Erdoğan ve partisi şapkadan tavşan çıkarabilirse 2024’e ertelenecek. Bu arada Suriye’de Devlet Başkanı Beşar Esad, Batı yaptırımlarının kaldırılması ve uluslararası izolasyonunun sona erdirilmesi çağrısında bulunmak için depremin Suriyeli kurbanlarına duyulan sempatiyi istismar ediyor.
Depremin sonuçları Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler açısından çok önemli olacaktır. Ocak 2023’e kadar, iki ülke arasında on yılı aşkın bir süredir devam eden düşmanlığın ardından bir yakınlaşma başlamıştı. Suriye’nin kuzeyine beşinci bir askeri harekat düzenleme tehdidine rağmen harekete geçmeyen Türk liderliği Şam’a cesaret verici sinyaller göndermeye başladı. Esad rejiminin ise bir şartı vardı: Türkiye’nin tüm askerlerini Suriye’den çekmesi. Ancak Ankara ve Şam arasında, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürtlerin bağımsızlık isteklerini engellemeye yönelik bir çıkar yakınlaşması giderek daha mümkün görünüyordu.
Esad’ın Türkiye’nin açılımına gösterdiği ilgiyi her ne kadar kendi siyasi hayatta kalma içgüdüsü belirlediyse de, Türkiye’nin Suriye politikası da hem dış hem de iç faktörler tarafından yönlendiriliyor. Rusya bir yandan Türkiye’yi Suriye ile diyalog kanallarını açmaya zorluyor, böylece hem Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri varlığını artırma ihtimalini azaltıyor hem de Esad rejimiyle uzlaşmaya karşı çıkan Batılı müttefikleriyle Ankara’nın arasını açmaya çalışıyordu. Öte yandan Ankara’daki hesap, Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesinin, hükümetin Türkiye’deki çok sayıda Suriyeli mültecinin varlığı konusunda uygulanabilir çözümler aradığını göstererek seçimlerde fayda sağlayabileceği yönündeydi. Ayrıca, Suriyeli mültecileri evlerine göndermenin reçetesi olarak Esad ile diyalog öneren muhalefetten de bir konuşma noktası çalacaktı. Ve Türkiye’deki siyasi tartışmalarda Kürt sorununu ön plana çıkararak Erdoğan’ın işine yarayacaktı.
6 Şubat depreminden sonra bu düşünceler çeşitli şekillerde değişti. Uluslararası alanda Esad rejimi ile normalleşme Rusya ve diğer bölgesel güçler tarafından desteklenmeye devam edecek. Bunlardan bazıları, örneğin Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye ve Suriye’ye acil yardımları cömertçe desteklemiş ve Türkiye’nin kamu maliyesinin iyileştirilmesine yardımcı oldular. İçeride ise sağduyu, Ankara’nın seçmenlerine terörle mücadele ve sınır kontrolünün Türk Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyinde konuşlanmasını haklı gösterdiğini anlatması bir yana, Suriyeli Kürtlere karşı söylemini artırması için bile iyi bir zaman olmadığını gösteriyor. Kürdistan İşçi Partisi’nin Türkiye içindeki faaliyetlerini geçici olarak askıya aldığını açıklaması, hükümetin iddiasını doğrulamayı daha da zorlaştıracak. Buna ragmen depremi takip eden hafta Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde insansız hava aracı saldırıları düzenlediğ bildirildi.
Afet yardımı kısa ve orta vadede hükümetin temel kaygısı olmaya devam edecek olsa da, Türk hükümeti mülteci sorunuyla giderek daha fazla karşı karşıya kalacaktır. Türkiye’nin depremden en çok etkilenen bölgelerinde popülist ve Suriye karşıtı söylemlerin arttığı şimdiden görülüyor. Ümit Özdağ gibi aşırı sağcı, mülteci karşıtı siyasetçiler tarafından yürütülen kampanya sayesinde sosyal medyada viral olan videolarla Suriyeliler yağmacılık yapmakla suçlanıyor. Bu durum yakın zamanda da sona erecek gibi görünmüyor. Mevcut koşullar altında yüz binlerce Suriyeli mültecinin ülkelerine dönmesini hayal etmek zor.
Türkiye ayrıca, depremden önce ülke içinde yerinden edilmiş yaklaşık 3 milyon insana ev sahipliği yapan İdlib vilayetinden daha fazla Suriyeli mülteci akınının yaratacağı potansiyel risklerle de başa çıkmak zorunda kalacak. Bu nedenle Esad rejiminin diyalog için öne sürdüğü Türk Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyinden ayrılması ve sahadaki isyancı güçlere verdiği desteği sonlandırması gibi ön koşulların Ankara tarafından karşılanması imkansız. İdlib’de devam eden Türk askeri varlığı, Türkiye tarafından sınırı geçecek mülteci dalgalarına karşı bir sigorta olarak görülüyor.
Bu durum Türkiye’ye çok az seçenek bırakıyor ve seçim kampanyası ilerledikçe 6 Şubat depreminin Türkiye’nin Suriye politikasının hedeflerini Erdoğan’ın seçim çıkarları etrafında daha da merkezileştirdiği kesin. Türkiye’nin bundan sonraki eylem ve müzakerelerine yön verecek olan ilke budur.
Beşar Esad da kendisini benzer bir durumda buluyor. Kazanımlarını maksimize etmek ve uluslararası bir parya statüsünden uzaklaşmak için her hamlesini hesaplıyor. Esad bu konuda uygun gördüğü tavizleri verecektir. İsyancıların elindeki kuzeybatı Suriye’ye yardım yollarının açılması bu tutumun erken bir örneği. Ancak hem Türk hem de Suriyeli tarafların hesapları tuttukça, muhtemelen acı çekmeye devam edecek olanlar depremin Türk ve Suriyeli kurbanları olacak. Onların acıları, etraflarında gelişen büyük siyasi oyunda çok az ağırlık taşıyor gibi görünüyor.